Tarih yalnızca geçmişte olup bitmiş olaylar değil, aynı zamanda
geleceğin provasıdır diyerek başlamıştık yayın hayatımıza. Bu yazımızda da
geçmişte yapıp ettikleriyle, bıraktığı miraslarla yaşadıkları dönemden bugüne
dek etkisini sürdüren iki imparatorluğu ele alacağız. Batı medeniyetinin
temellerini atan Roma İmparatorluğu ve Uzakdoğu’nun günümüzdeki fikir yapısını
oluşturmuş olan Çin İmparatorluğunu karşılaştırmalı bir şekilde inceleyerek siz
değerli okurlarımızın hizmetine sunacağız. Birbirinden çok uzak aynı dönemde
hüküm sürmüş iki imparatorluğun kurulma hikâyeleri ve yönetim biçimleri
arasındaki benzerliklere dikkat çekerken aynı zamanda farklı felsefi alt
yapıların bugün dahi Batı ve Doğu düşünce dünyasını nasıl etkilediği göreceğiz.
Bu iki medeniyetin İpek Yolu üzerindeki etkileri ve birbirleriyle iletişimleri
üzerinde fikir üretmeye çalışacağız. Bu yazı sonrasında okurlarımız şu ilgi
çekici sorulara cevap bulmuş olacaklar:
- Roma İmparatorluğu ve Çin İmparatorluğu nasıl genişledi?
- Roma ve Çin uygarlığını oluşturan kültür yapısı nelerdir?
- İki
medeniyet hüküm sürdükleri dönemlerde birbirlerinden haberdar mıydı?
- Politik ve
Askeri açıdan ne gibi benzerlikler ve farklılıklar vardır?
- İki
medeniyet arasında bir etkileşim oldu mu?
- İpek Yolu üzerindeki rolleri ve ticaretleri nasıl işledi?
1. Roma Devleti ve Çin Hanedanlığının Kuruluşundaki Altyapı
İki devletin kuruluş dönemlerindeki benzerlikten bahsetmiştik girişte. Bu benzerlik gerek iki devletin de kendi bölgesindeki şehir devletleri arasından sıyrılıp çıkması açısından gerekse devraldıkları çok kültürlü mirası sürdürmeleri açısından oldukça ilgi çekicidir.
Roma İtalya yarımadasının ortasında kurulmuştur. Roma’nın
kuruluşu hakkında bir çok efsane ve söylenti vardır ancak bu detaylar bu
yazının konusu değildir. En çok kabul gören kuruluş tarihi olarak M.Ö 753
tarihi işaret edilir.barıştırıldı.
[1] Roma’nın kurulduğu coğrafya onun kısa sürede tarihin
gördüğü en büyük medeniyetlerden birini oluşturmasında oldukça etkili olmuştur.
Nitekim güneyinde Yunan mirasçısı olan Sirakuza, orta kısımlarda Latin kültünün
hâkim olduğu şehir devletleri, İtalya’nın kuzeyinde Kelt kültürü ve Roma’nın
tam sınırında ise karma bir etnik yapıya sahip olan Etrüksler bulunmaktaydı.
Roma Krallığı olarak anılan bu dönem sonrasında Roma Cumhuriyeti adıyla
bölgesinde güçlü bir şehir devleti haline gelmiş Latin şehir devletlerini
birleştirerek büyümeye başlamıştır. Daha sonraki kısımlarda ele alacağımız Roma
cumhuriyet sistemine baktığımızda çevresindeki farklı etnik yapıdaki
devletlerin izlerini görmek mümkündür. Özellikle Sirakuza’nın alınması Roma
Devleti’ni felsefi olarak oldukça etkilemiştir. Bu da Roma’yı çağının en önemli
medeniyeti haline getiren faktörlerden birisidir.[2]
Çin’in hanedanların şehir devletleri döneminden çıkıp
İmparatorluğa dönüşme sürecini Qin hanedanlığına dayandırabiliriz. Qin, Zhou
hanedanlığından yönetimi devralmış ve kısa sürede diğer hanedanlıkların
kontrolünü ele alarak bölgesinde etkin bir güç olmayı başarmıştır. Qin
hanedanlığı erken dönemde çevresindeki pek çok farklı etnik yapı ve kültürü
barındırıyordu. Hiung-nu (ön hunlar),
Dong-hu(Kore), Wusun(ön uygurlar) gibi farklı göçebe kabilelerle çevrelenmişti.
Yazının devamında ele alacağımız farklı öğretilerin ve bu çevresindeki göçebe
kabilelerin etkisi altına giren Qin, m.ö 4.yüzyıldaki önemli reformlar ile
birlikte bugün hala Uzakdoğu’yu domine eden Çin Medeniyetinin temellerini atmıştır.
2. Askeri Alanda Roma ve Çin Devletleri
2.1 Roma ordusu
Roma ordusu zaman içinde çok değişiklik gösterdi krallık döneminde
düzenli bir ordu yoktu sadece savaş zamanı savaşan vatandaşlardan oluşuyordu
düzenli ve disiplinli bir ordu olmadığı için o zamanlar pek güçlü bir devlet
değildi İtalya’da var olmaya çalışan bir devletçikti. Krallık döneminde savaş
dini bir törenle başlardı bir mızrak düşman toprağına atılır ve tanrılara
kurban sunularak zafer için dua edilirdi işte Roma Krallığında savaşlar böyle başlardı.
Bu askerler oval şeklinde küçük kalkanlar ve mızrakla savaşırdı bu silahlar
Roma’nın en büyük düşmanı olan Galyalılara karşı etkisiz kalıyordu bunun sebebi
iki halkında fiziki yapısından kaynaklanır. Romalılar genel olarak 1.60-1.65
boylarında kısa boylu insanlardı Galyalılar ise iri yarı insanlardan oluşuyordu
uzun kılıçları kuvvetli bir şekilde savurunca çok etkili oluyorlardı.
MÖ 387 yılında Romalılar Allia muharebesinde büyük bir
yenilgi aldı ve şehir yağmalandı. Bu bardağı taşıran son damla oldu Roma artık
Galyalılara dersini vermeliydi öyle bir ordu kurmalıydılar ki arada ki fiziksel
fark ortadan kalksın bu yüzden orduda köklü değişikliklere gittiler. İlk önce
giden kalkan oldu sebebi çok kullanışsız olmasıydı onun yerine Scutum kalkanı
geldi bu kalkan tam Romalıların ihtiyacı olan kalkandı tüm vücudu kaplıyor ve
tam koruma sağlıyordu karşıdan bakılınca askerin sadece gözleri ve ayakları
gözüküyordu.
Galyalılar bire bir mücadelede çok etkiliydiler buna karşı Romalılar askerlerin saflar halinde savaşmasını düşündüler bunun içinde mızrağın gitmesi gerekirdi çünkü askerler iç içe geçmiş saflar halinde bir birlerini koruyacaklardı mızrak uzun olduğu için kullanışsızdı ve büyük kalkanın ağırlığı da kullanımı zorlaştırıyordu bunun yerine kılıçlar tercih edildi ilk önce İberyalıların kullandığı kıvrımlı kılıçları kullandılar ancak isteneni veremedi sebebi silahın yapısının eğimli olmasıydı ileri doğru değil kıvrımlı saldırılara olanak tanıyordu. Falçata isimli bir kılıcı benimsediler bu meşhur Gladius’un atasıydı. Ayrıca her piyade bir adet Pilum adında mızrak taşırdı bu mızraklar düşmana fırlatmak içindi o kadar güçlüydü ki kalkana saplanınca çıkartması imkânsızdı düşmanın iki seçeneği kalıyordu ya üstünde mızrak olan bir kalkanla savaşacak ya da kalkanı atacaktı ikisi de Roma piyadelerine karşı iyi bir seçenek değildi. Ordularını kurunca Roma orduları intikam almak için Galyalılara döndüler ve yeni sistemle Galyalıları bozguna uğrattılar.
Ancak bu ordu hala yeteri kadar etkili değildi Romalılar
piyade olarak çok güçlüydü ancak süvarileri etkisizdi bu açığı Oksilyer
sistemiyle kapattılar. Romalılar fethettikleri bölgelerden vergi, ham madde gibi
kaynakların yanında askerde aldı bunlar Lejyonerler gibi piyadeler değildi
yerel askerlerdi bunlara Oksilyer denirdi genelde süvari ve okçu ağırlıktaydı.
Süvarileri ve okçularını da bulunca Roma durdurulamaz hale geldi sınırları
İspanyadan Mısıra kadar uzandı. Doğuda Perslerle yapılan savaşlarda yeni bir
askeri birim keşfettiler ağır süvari. Bu süvariler o kadar güçlüydü ki hatta
saldırdıkları anda paramparça ediyorlardı Romalılar bu süvarileri ordularına
uyarladı adına da Cibanarii dendi. Trajik bir şekilde Romalılar tekrar oval
kalkana döndüler ve kısa zaman sonra yıkıldılar.
2.2 Roma da Askeri
Mühendislik
Romalılar savaş meydanlarını güçlü askerleriyle fethetti
anca iş duvarları fethetmeye gelince mühendisliklerine güvendiler Romalıların favori
kuşatma araçlarından birisi Balistaydı küçük gülleleri orta mesafe uzaklığa
fırlatabiliyordu.
Ağır kuşatma silahlarından birisidir ağır gülleleri uzak mesafelere
kadar fırlatabilirdi fazla geri tepmesinden dolayı askerler arasında yaban
eşeği de denirdi.
Bu silah askerler üzerinde kullanılırdı yerleştirilen ok
veya mızrak tüm gücüyle fırlatır ve hedefteki birlikleri darmadağın ederdi.
2.3 Çin Ordusu ve Yapısı
- Olarak gönüllü olarak askere katılmak:23 yaşına gelmiş bir erkek orduya katılınca 1 yıllık eğitimden geçerdi ve en az 1 yıl askerlik yapması zorunluydu günümüz askerliğine benzer bir sistem.Ancak daha sonraki yıllar askerlik yaşı 20’ye indirildi eğitimini denizci,piyade,süvari olarak her alanda yapabilirdi bazı reformlar sayesinde ordu büyük çoğunlukla gönüllülerden oluşuyordu.
- Olarak zorunlu askerlik: Kriz durumunda İmparator
ülkesindeki askerliğe elverişli erkekleri askere alabilirdi kriz durumu bitince
bu askerler dağıtılırdı.
Han hanedanlığında kılıçlar demirden dökülürdü bu
kılıçlar ordunun ana silahıydı çok dayanıklı olmasıyla bilinirler bu yüzden
Çinliler bu silaha çok güvenmiştir tıpkı Romalıların Gladius’u gibi.

Hafif piyadeler: Basit göğüs zırhı giyerlerdi genelde
mızrakla savaşırlar küçük bir kalkan kullanırlar

Okçular: Genelde zırh giymezlerdi sadece elit birlikler zırh
giyerdi arbalet’in asya versiyonu bir
silah kullanırlar okçular yanlarında kılıç ve mızrak gibi yakın dövüş
silahları da taşırlardı.
Süvariler: Süvariler ordunun bel kemiğini oluşturuyordu sebebi ise
Çinlilerin baş düşmanları göçebe barbar kabileler atlı birliklerle savaşırdı bu
yüzden süvarilere büyük önem verdiler.
Peki çinliler nasıl bu kadar
başarılı oldu?
Çinin etrafı barbar
kavimlerle çeviriliydi ancak kendi içerisinde de kavgalar halindeydi Han
Hanedanlığı bu kavgalara son verip tüm ülkeyi tek bayrak altında birleştirdi ve
ordularını yapılandırdı. Örnek olarak Sun Tzu’nun yazdığı savaş sanatı kitabı
gösterilebilir.Tıpkı batıdaki benzeri Romalılar gibi sürekli barbar kabilelerle
savaşmışlardır ve üstün teknolojileri onlara karşı üstün gelmiştir.
Askeri mühendisliğe en büyük
örneklerden birisi tabii ki Çin Seddi’dir tüm Çin sınırları boyunca uzanan bir
duvar barbar saldırılarına karşı koymak için inşa edildi yine batıda buna
benzer bir örneği Romalılarda görürüz onlarda Britanya’da Briton saldırılarına
karşı koymak için Hadrian duvarını inşa etmişlerdir.Çinliler kuşatmalarda
mancınık kuşatma kuleleleri gibi araçlara güvenmişlerdir.
2.5. Çin ve Roma Arasındaki
Şaşırtıcı Benzerlikler
- İki ülkede barbarlara karşı savaşmıştır.
- Romalılar ve Çinliler aynı şekilde küçük bir devlet olarak
kuruldu ancak zamanla süper güç haline geldiler.
- İki tarafta ordularına önem vermiş ve geliştirmeye
çalışmıştır buna örnek olarak Çinlilerde Sun Tzu’nun savaş kitabı
gösterilebilir aynı şekilde Romalılarda Marian Reformlarından
yararlanmışlardır.
- Çin barbar göçebelerin saldırılarına karşı Çin Seddini inşa
ederken Romalılarda aynı şekilde Hadrian duvarını inşa etmiş ve korumaya
çalışmıştır bu yapılar antik dünyanın gördüğü en büyük mühendislik
örneklerindendir
- Ele geçirilen bölgeler sayesinde kültürlerini de geliştirmişlerdir buna örnek olarak Romalıların Pers tanrısı Mitra’yı benimsemesi gibi...
3.Roma ve Çin Medeniyeti Nasıl Yönetildi?
Roma ve Çin gibi antik medeniyetlerin yönetimi
günümüzle kıyasla daha titizlikle incelenmelidir. Çünkü, antik zamanlarda büyük
topraklarda hüküm süren devletlerin bu işi yapması günümüzden daha zordu.
Birbirlerine kilometrelerce uzak bu iki medeniyetin yönetimlerini öncelikle
teker teker incelemekte fayda var.
3.1. Çin'de Bürokratik ve Siyasi Yapı
Çin
ulusu, yaklaşık üç bin yıl önce bir imparatorluk kurdu. Bu imparatorluğun
yönetiminde geniş bir hiyerarşi söz konusuydu. Başta imparator, onun altında
küçük krallar, onların altında lordlar ve son olarak sıradan vatandaşlar yer
alıyordu.
Lakin
bir süre sonra, bundan yaklaşık iki bin iki yüz yıl önce Ch'in Hanedanı
önderliğinde bir değişikliğe gidildi. Önceden yerel hükumetler, yerel krallar
tarafından atanırken bu dönemden sonra bizzat imparator tarafından atanmaya
başlandı ve Çin'de merkezi yönetim hatır sayılır biçimde güç kazandı. Bu
gelişmelere Han Hanedanı da devam etti ve farklı bir uygulama ortaya çıkardı.
Bir çeşit mülakat/sınav sistemi ile hükumetlerinde en zeki kişileri
bulundurmaya başladıla r.[3]
Kısacası,
Çin ulusu başlarda feodal bir sistemle yönetilse de imparatorların zamanla güç
kazanması ile merkeziyetçi bir yönetime geçmişlerdir. Bu değişim yüzyıllar
sürmüştür.
Tüm bunlarla beraber Çin İmparatoru'nun
yetkileri sınırsızdı. Zira imparator ''Cennetin Oğlu'' olarak görülürdü. Bunun
en temel sebebi Çinliler'in, Çin kültürünü diğer kültürlerden üstün tutmasıydı.
Bu piramitte en tepede cennet, en aşağıda diğer kültürler varken Çin ortadaydı.
Bu yüzden zaman zaman ''Orta Krallık'' olarak anılmıştı. İmparator bu yüzden
bir çeşit ''kutsal yönetim hakkı''nı elinde bulundururdu.[4]
Çin'de, önceleri hiyerarşik sistemde
vergi iletimi halktan lorda, lordlardan krala ve krallardan imparatora şeklindeydi.
Sonrasında ise merkeziyetin güçlenmesi ile yerel yönetimlere değil imparatora
hizmet eden hükümetler vergi işini üstlendiler.
3.2
Roma'nın Siyasi Yapısı
Roma,
başlarda bir krallık idi. Krallık kurulurken Etrüsk kökenli lider bölgedeki
Latinler'i zorla çalıştırmıştı ve bu durum Latin halkı ile Etrüskler'in arasını
açmıştı. Bu çekişmeler iki yüz yıl kadar devam etti. Bu iki yüz yıl içerisinde
Latin halkından bazı kimseler Roma'da güçlenmiş ve aristokrat kesimi
oluşturmuşlardı. Sonunda M.Ö. 509 yılında bu Latin aristokratlar ayaklanarak
Etrüsk Kralı devirdiler ve Roma Cumhuriyeti'ni resmen kurdular.
Bu
cumhuriyette temel olarak halk iki sınıfa ayrılıyordu. Bunlar: yönetimde daha
çok söz sahibi olan ''Patricii''ler ile ülkenin çoğunluğunu ve alt tabakasını
oluşturan ''Plebian''lardı. Roma yurttaşları senatoyu seçer ve senato da iki
konsülü hükümet başkanı atardı. Plebian sınıfı başlarda devlet memurluğu gibi
işlerde yüksek makamlara gelemiyordu. Lakin ileriki zamanlarda Patriciilere
verilen özel hakların çoğu kaldırıldı ve sıradan halka da yükselme şansı
verildi. Bu; Plebianlar içinde çeşitli aristokrasilerin doğmasına yol açtı.[5]
Plebler bazı savaşlara katılmayarak ve başka
türlü protestolar ile çeşitli haklar elde ettiler ve bir süre sonra kendilerine
ait bir Pleb Konseyi açtılar. Bu haklar Patriciiler tarafından da kabul edilip
yasaya dönüştürülünce Roma'da farklı bir dönem başlamış oldu.[6]
En
büyük güç olan senatonun dışında Roma'nın yönetiminde söz sahibi olan başka
kuruluşlar da vardı. Bunlar; yasayıcı kurullar olan Çentürya, Tribüs Kurulları
ve Pleb Konseyi ile yürütücü magistralardı. Tüm bu kurumlarında kendi içlerinde
çeşitli yetkileri olmasına karşın en büyük güç Roma Senatosu'na aitti.
[7]
Aradan yüzyıllar geçip Roma üç kıtada yayılan
büyük bir devlet haline gelip savaşlara doymaya başlayınca Augustus Caesar'ın
sağladığı ''Pax Romana'' yani ''Roma Barışı'' dönemi başlamış oldu. Bu dönemde
Roma içinde birbirleri ile mücadele eden güçler Roma Hukuku ve Yönetimi altında
barıştırıldı.
Roma'da doğrudan Roma vatandaşı
olmayan insanlar da bulunmaktaydı. Roma'ya bağlı devletlerin veya Romalı
olmayan bölgelerin vatandaşlarına seçme ve benzeri haklar tanınmıyordu. Bununla
beraber köleler de bu tarz haklara sahip değildi. Ayrıca köle olup da sonradan
özgürlüğünü kazananlar daha çok hakka sahip olsalar da yine de tam anlamıyla
Roma vatandaşı olamıyorlardı.[8]
3.3.Roma ve Çin'deki Bürokrasi ve Yönetim Esasları
Roma ve Çin uygarlıklarının yönetimlerini
kısaca tanıdık. Şunu söylemek mümkündür ki hem kuruluşları hem de gelişmeler
yönünden bu iki medeniyetin yönetimleri birbirinden farklıdır. Doğu'da Çin'e
baktığımızda hiyerarşi ve feodalizm ile yükselen ve sonrasında bir imparatorun
elinde merkezileşen bir yönetim görüyoruz. Oysa Batı'da, Roma'da bir kralın
mutlak monarşisinin devrilmesi ve hemen arkasından bazı tarihçilerin
''Küllerden doğan Cumhuriyet'' olarak andığı Roma Cumhuriyetinin kuruluşunu
gözlemlemek mümkün.
Aynı
zamanda Çin'de bölgesel krallar, lordlar ve benzeri yerel aristokrasiler varken
Roma'da bu uzunca bir süre görülmemiştir. Bir başka farklılık ise Roma'da Çin'e
göre çok daha fazla sınıf farkı olmasıdır. Bunun en temel nedeni Çin devletinin
yayılma alanının temelinde yine Çin ulusu olmasıdır. Roma ise farklı ulusları
kontrolü altına alırken bu uluslara doğrudan Roma vatandaşı olma hakkı
tanımamıştır.
Tüm
bu bilgiler ışığında açıkça söyleyebiliriz ki; Dünya'nın iki ucunda, farklı
milletlere, farklı kültürlere hükmeden bu iki kadim ulusun yönetimleri
birbirleri ile alakalı değildir. Bunun nedeni ise doğuşları ve gelişimleri
sırasındaki farklılıklardır.
4. Roma ve Çin Ekonomisi ve Ekonomi Politikası
4.1 Ekonominin bu devletlerdeki önemi ve dönemin genel ekonomik özellikleri
![]() |
Freste Çin ipeğini giyen bir Romalı kadın gözükmektedir. |
Ülkelerden bahsederken ekonomiden bahsetmezsek, konu ya
eksik kalır ya da tamamlanmış gibi gözükse bile
bu işin daha derinliklerine inmek istersek arada kayboluruz. O açıdan
ekonomi vazgeçilmezdir. Öncelikle Roma ve Çin döneminin güçlü ülkelerindendi. O
açıdan ülkelerinin ekonomileri de güçlü olmalıydı. Ekonomik olarak en ufak bir
bozulma, Roma da olduğu gibi orduda mağduriyete ve hatta sistemin değişmesine
sebep olabilir.
Bu konuyu anladıktan sonra dönemin ekonomik yapısını incelememiz
konuyu anlamamız için bize kolaylık sağlayacaktır. Öncelikle Roma ve 20.
Yüzyılın başlarına kadar Çin bir tarım toplumuydu. Roma bir şehirden bir
devlete, sonra da bir imparatorluğa geçerken hep tarım ve temel üretim
önemliydi. Bu açıdan toplum her ne kadar gelişmiş olsa bile Sanayi Devrimi’nden
sonra gelecek Kapialist Devrimi bu toplumlarda olmamıştı.
Bu açıdan bakarsak
Roma ve Çin büyük ölçüde dönemlerinde yakın ekonomik sistemleri olan iki
ülkeydi ama bu ülkeler arasında bazı ayrımlar vardı ki bu üretimleri arasında
fazlasıyla fark oluşturacaktı.
4.2 Roma’da Üretim, Ticaret ve Ulaşım
Roma yolları, bu metinde bahsedilecek olduğu üzere pek çok
anlamda erken dönem Çin yollarına göre daha gelişmişti. Bu ticaretin Roma’da
patlaması için önemli bir sebepti. Ayrıca Roma’nın Akdeniz’i tamamen çevrelemiş
olmaları da bu denizi ticaret için kullanıp, ekonomiye ayrıca büyük bir katkıda
bulunmalarına yardımcı olmuştur. O açıdan en başta Roma mimarisinin ve
teknolojisinin sağladığı bu altyapı çok önemliydi.
Üretime gelecek olursak, Roma bakır ve kurşu n alanında
döneminin en büyük üreticilerindendi (Ki bu rekor üretim Sanayi Devrimi’ne
kadar kırılamadı)[9] . Karşılaştırmak
gerekirse Çin’in özel demir işletmelerini yasakladığı bu dönemde olan demir
üretimi 5.000 ton[10] iken
Roma 82,500 tonluk[11] bir
üretim yapıyordu. Bu üretimde önemli
yöntemlerden biri ruina montium (dağların çöküşü) adlı bir yöntemdi[12].
Bu yöntem su yoluyla büyük kayaları parçalama yoluyla yapılan ve günümüzde
benzerleri kullanılanmakta olan bir madencilik tekniğidir.
Tablo 1: Çin’in Han Döneminin
Roma İmparatorluğu arasında yıllık üretimin metrik ton olarak
karşılaştırılması[13]
Demir
|
Bakır
|
Kurşun
|
Gümüş
|
Altın
|
|
Roma İmparatorluğu
|
82,500
|
15,000
|
80,000
|
200
|
Çin’e göre fazla
|
Han İmparatorluğu
|
5,000
|
Önemsiz
|
Önemsiz
|
1’den az
|
0.4–0.6’dan daha daha az
|
Madencilikten bahsettikten sonra, ilk basılan paralardan da bahsetmemiz gerekirse Roma’nın ilk parası bronzdu ve genellikle 27 gram(1 uncia) ağırlığındaydı. İlk Pön Savaşı ekonomiye etkisi ile bu ağırlık 10 “unciae”nin 1/6’sına indirilirken, değer aynı kaldı. Bu ağırlıkların değişimi daha sonra devam edecekti. Topraklar genişledikçe Yunan kültüründen etkilenen Romalılar bronz paranın yanında gümüşü de sokmaya başladı. Ki bu fetihler aynı zamanda Akdeniz’de tek olarak Roma parasının geçmesine geçişte öncü oldu ve diğer yerel paralar kullanılmalarına rağmen yavaş yavaş yok oldu. Ki Roma’nın fazla ölçüde gümüş çıkarması da savaşlar sırasında gümüşün saflığı düşse bile fazla düşmemesinde etkili olmuştur. Ki Roma’nın fazla ölçüde gümüş çıkarması da savaşlar sırasında gümüşün saflığı düşse bile fazla düşmemesinde etkili olmuştur. 5. Yüzyılın ortalarında gümüş tamamen tedavülden kalkmış yerine altın solidus ve tremissisat başta ve düşük değer bronz nummi minimi sonda olmak üzere iki para çeşidi gelmişti.[14]
![]() |
Harita: Romanın ana ticaret yolları[15] |
Ager publicus adlı topraklar ele geçirilen devlete ait
topraklardı ve bu topraklar genellikle almaya müsait olan vatandaşlara devlet
tarafından satılıyordu, lakin çok zenginler bütün toprakları kapmaması için bir
sistem oluşturulmuştu: Herkes sınırlı toprak alabilecekti. Ama bu sistem daha
fakir ve askeri yükümlülüklerini yapan kişilerin topraklarını bu zenginlere
satmak zorunda kalması ile delindi. Bu olaydan sonra zenginler aşırı güçlendi
ve Romalı fakirlerin sayısı çok arttı. Bu süreçte babaları Roma tarihinde
önemli olan Gracchi kardeşler devreye girip bu sistemi düzeltmeye çalıştı. Ama
ikisi de tutucu kesimler ve daha önemlisi kendileri için savaştığı halk
tarafından öldürüldü. Ama bu olaydan sonra kardeşler Roma için önemli kahramanlar
oldu ve bu sistem en sonunda değiştirildi.
Kısacası Roma’nın ekonomisi her açıdan ülkenin kaderini
değiştiren önemli bir olaydı.
4.3 Çin’de Üretim, Ticaret ve Ulaşım
Çin, uygarlığın her zaman önemli merkezlerinden biri
olmuştur. O açıdan, en basitinden büyük mimari projeler bile ekonomi ile
ilgiliydi. Bu açıdan Çin’i anlamak için ekonomi önemlidir. Öncelikle Çin’in ilk
birleştiği dönemlerde genel olarak ülke savaş içinde olduğu için ağır savaş
dönemi vergileri uygulanmıştı ama bu barış döneminde bile devam etti. Lakin
sonunda bu ağır vergilere dayanamayan halk isyan etti ve bu ilk hanedanın sonu
oldu.[16]
Han hanedanı döneminde ise ilk İmparatorlar, ilk hanedanın
ağır vergileri sonrasında , açık markete önem verdiler. Önceki hanedanın ağır
vergileri hafifletildi ve ağır yasalar kaldırıldı. Roma’da olduğu gibi çeşitli
sınıflardan insanlar tarlalarda çalışıyordu. Özgür çiftçiler olduğu gibi kendi
tarlasını satıp o tarlada çalışan çiftçiler ve köleler de vardı.[17]
Roma’da olduğu gibi köleler ekonominin
temel itiş gücüydü ve devlet tarafından sahiplenilen köleler fazlaca işte
çalışıyordu. Özellikle Roma’da bahsettiğimiz üzere Çin, İmparator Wudi
döneminden itibaren metal paraları, demiri , tuz ve
likörleri tamamen devlet elinde toplamıştı. Ve bu sektörde elbette ki köleler
yaygın olarak bulunuyordu. Temel olarak endüstrinin ürettikleri demir and bronz aletler, kap kacak and silahlardı.16
Ticarette ise ilk hanedan Guangzhou’dan
başlayıp, Güney Çin Denizi’ne kadar giden, bir Deniz İpek Yolu
yapmışlardı. Ve ardından Hint Okyanusu ve Umman Denizi’ne giden bu yol dünyanın
en eski ticari deniz yollarından biriydi.[18] Ama buna karşın resmi olarak İpek Yolu Han döneminde Asya Hunları’na karşı müttefik
arayan İmparator Wudi tarafından gönderilen bir elçi yoluyla açılmıştı.[19]
Bahsedilen bu ipek, Çin için fazlasıyla değerliydi. Çin’in kuzeydeki göçebe
kavimlerle kullandığı bir para birimi ve aynı zamanda gerektiğinde onlara
verilecek bir vergiydi. Bu ipek Çin’den gelip dünyaya yayılıyordu ve bu açıdan
Çin’in temel ürünlerinden biriydi.16
![]() |
İpek Yolu’nun haritası[20] |
4.4 İki ekonominin karşılaştırılması ve Sonuç
Yukarıda görüldüğü üzere Roma ekonomisi metal işleme
açısından Çin’in çok önündeydi. Çin devlet elinde birleşmesine karşın, Roma özelleşme
ve büyük maden erişimi sayesinde madencilikte ilerledi. Ve ticaret alanında
Roma, kendi dünyasının dışındaki Çin ile iletişim kurmuştu. Birbirlerine
elçiler gönderdikleri bilinen iki imparatorluk arasında başka eller yardımıyla
ticaret olması kaçınılmazdı.
Unutulmaması gereken en önemli husus ise bu ülkelerin hala
tarım toplumu olmalarıydı. Ticaret var olmasına ve önemli bir gelir olmasına
karşın tam anlamda günümüzdeki gibi bir kapitalist sistem oluşturulmamıştı.
Antik toplumlarda görüldüğü üzere, iki uygarlıkta da kölelik
yaygındı. Çin’de ölümüne dövüşmeseler bile köleler Romalılar’ınki gibi
tarlalarda ve madenlerde çalışıp ekonomi büyük ölçüde kalkındırıyorlardı. Roma
gibi borçla köle olmak da Çin sisteminde mevcuttu.
Son olarak buna baktığımızda, aslında ekonominin her ülke
için temel bir gereksinim olduğunu anlıyoruz. Nasıl ekonomi Roma’nın
sistemlerini değiştirdiyse ve Çin’in yönetimi Tanrı’dan gelen hanedanlarını
yıktıysa, bu ekonomi aynı zamanda vatandaşlarına refah ve bu uğraşlarla uğraşma
yoluyla teknoloji başta olmak üzere fazlaca alanda gelişme sağlatmıştır.
Kısacası Roma ve Çin, ekonomi olarak temelleri ile dünyanın şu anki
ekonomisine büyük katkılarda bulunmuştur.
5. Roma ve Çin’in Mimari Alandaki Faaliyetleri
![]() |
Roma’da Bulunan Ünlü
Kolezyum |
Önce Roma İmparatorluğu’nun Mimarisi ile başlayalım.
Roma İmparatorluğu’nun mimarisinin günümüze kadar ulaşmasında ve bu kadar ilgi çekici olmasının en büyük etken yapı inşa teknikleridir. Romalılar yapı teknikleri gelişmişliği konusunda tarihin en iyi uygarlıklarından birisidir. Roma Mimari’sini diğer mimarilerden daha çok popüler ya da üstün olmasını kılan en büyük faktör dekorasyon ya da plan değil yapıların inşa tekniğidir.
Roma’nın en ünlü mimar, yazar ve mühendislerinden biri olan Marcus Vitruvius “De Architectura” adlı eserinde Roma Mimari’sinin ana hatlarından ve yapı tekniklerinden bahsetmiş ve bu bilgilerin günümüze ulaşmasında katkısı olmuştur. Ayrıca eserinde başarılı bir mimari için “Utilitas, Firmitas, Venustas” (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans döneminde bu tanım “Comodita, perpetuita, belezza (kullanışlılık, süreklilik-kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. Öncelikle Roma Mimarisinde en yaygın kullanılan malzemelere bir göz atalım.
5.1 Roma’nın Mimaride Kullandığı Malzemeler
5.1.1 Tüf
![]() |
Tüf Kayası |
Roma, Pompei gibi yerler volkanik bölgelerdir
ve bu bölgelerde tepeler nispeten yumuşak ve hafif volkanik bir madde olan
tüften oluşmaktadır. Tüf Batı İtalya sahillerinin karakteristik taşıdır. Lavdan
hafif olan bu malzeme ilk meydana çıktığında oldukça yumuşak ve pürüzlüdür. Bir
kez kesilir ve hava almasına olanak verilirse sertleşebilir. Erken zamanlarda
özellikle Etrüskler olmak üzere İtalya halkları batı sahillerinde bulunan taş
ocaklarından tüf çıkarmışlardır. Roma’da yaşayan halklar zamanla yakınlardaki
taş ocaklarından yüksek kaliteli ve kolay işlenebilen tüf taşlarını ithal
etmeye başlamış ve işlenilen bu tüflerden oluşan Roma tüflerine göre daha
dayanıklı olan Gabine taşları kullanılmıştır. Kötü hava koşullarının malzemesi
olan tüfün en yaygın olarak kullanıldığı dönem M.Ö. 2 yüzyıldır. Tüf önemli
yapıların yüzey kaplama malzemesi olarak tercih edilmiştir.
5.1.2 Traverten
![]() |
Traverten |
Traverten beyaz tortullardan oluşan sert semi-kristalin bir kireçtaşıdır. Şimdiki Tivoli yakınlarında (eski Tibur), Roma’nın 20 mil kadar doğusunda bulunan, çok büyük bir dizi taş ocağından elde edilmişlerdir. Sağlam bir yapıya sahiptir ve bal renklidir, fakat yangına karşı dayanıksızdır. Belirgin biçimde damarlı veya çatlaklı ve delikli özelliği traverteni ilginç bir şekilde estetik kılmış böylece ustaların çalışmaktan zevk aldıkları bir malzeme olmuştur. Düzleştirilip cilalanabilmesi sayesinde heykeltıraşlık için iyi bir taş olmuştur. Roma sonrasında da kamu heykellerinin yapımında kullanılmıştır. Tüf ve travertenin M.Ö. 2. yy ve daha geç yapılarda çoğunlukla birlikte kullanıldığını görmekteyiz. Traverten genellikle yüke maruz kalan bölgelerde kullanılmıştır. Örneğin temellerde kolon altlarında traverten kullanılırken, yukarıda bahsettiğimiz tüf ise travertenler arasında kalan alanları doldurmada kullanılmıştır.
![]() |
2200 Yıllık Roma Mermeri |
Luna (Carrara Mermeri) : Bu mermer, parlak,
ince ve pürüzlü beyaz tortul taşı olup, İtalya yarımadasının kuzeybatı
bölümündeki şimdiki Carrara (antik Luna) yakınlardaki taş ocaklarından elde
edilmiştir. Çok sert olan bu taş, cilayı çok iyi tutması yanında, renk
bozulmalarına karşı da çok dayanıklıdır. Bu malzeme, Romalılar tarafından ilk
olarak M.Ö. 1.yy’ın ortalarında keşfedilmiş ve ilk taş ocağı açılmıştır. Büyük
oranda İmparator Augustus zamanındaki yapılarda kullanılmıştır. Çünkü ince,
pürüzlü ve düzgün yüzeyi sayesinde Roma ve daha geç dönem heykellerinde popüler
olmuştur (Michelangelo, Pieta ve Moses heykellerinde olduğu gibi düzenli olarak
Carrara mermeri kullanmıştır).
5.1.4 Granit
Romalıların önemli yapı malzemelerinden birisi de granittir. Mısır dışında kullanıma yaygın rastlanmamaktadır. Romalılar bu malzemeyi sütun, zemin ve yüzey kaplaması imalatında kullanmışlardır.
5.1.5
Kireçtaşı
Kireçtaşının hem gözenekli hem de gözeneksiz
türleri mevcuttur. Doğu Akdeniz’de (Kıta Yunanistan, Adalar, Anadolu ve Yakındoğu’nun
Akdeniz sahilleri) genellikle gözenekli kireçtaşı bulunmaktadır. Bu
özelliğinden dolayı antik kaynaklarda porous (gözenekli) olarak anılmıştır.
Romalılar bu taştan heykeltıraşlıkta ve mimaride geniş ölçüde
yararlanmışlardır. Ayrıca imparatorluğun doğu bölümünde ve Kuzey Afrika’da yol
kaplama malzemesi olarak beyaz kireçtaşı kullanılmıştır. Beyaz dışında siyah ve
kırmızı gibi farklı varyasyonları mevcuttur (Verona’daki ocaktan kırmızı renkli
kireçtaşı elde edilmiştir) . Kireçtaşı elde edilen başlıca ocaklar Yunanlıların
ve Bizanslıların yoğun olarak işlettiği Korint ve Neapolis’tedir.
5.1.6 Tuğla
![]() |
Antik Roma Dönemine Ait 2000 Yıllık Çatı Kiremiti Ve Kedi Patisi İzleri |
Tuğla Roma mimarisinde önemli yer tutar. Vitruvius pişirilmemiş fakat güneşte kurutulan tuğla imalatı hakkında önemli bilgiler vermektedir: “Tuğla, beyaz killi topraktan veya kırmızı topraktan imal edilmelidir. Toprak kumlu veya kireçliyse, hem ağır olur hem de ıslandığında dağılır ve erir. Ayrıca, kaba özelliğinden dolayı içerisindeki saman dağılır. Tuğla ilkbahar veya sonbaharda kurutulmalıdır. Eğer yaz dönemine denk gelirse, güçlü güneş sebebiyle dış yüzeyi kuruyacak fakat içi kurumayacaktır. Kullanmadan önce 2 yıl beklenmesi çok elverişli olur” .
5.2 Roma’da Yapı Teknikleri
Opus Caementicium: Opus Caementicum aslında bir duvar
tekniğinden çok antik çimento adı ile bilinen pozzolana, kum ve kireç
karışımından oluşan duvar harcı malzemesi ile oluşturulmuş moloz dolgu
duvarların genel adıdır.
Opus adı altında gruplanan diğer duvar teknikleri de şunlardır :

Opus Incertium: Dış yüzleri düzensiz taşlardan oluşan, duvar iç dolgusu opus caementicum ile yapılmış duvar tekniğine verilen addır. Roma mimarisinin en eski duvar tekniğidir.
Opus Quadratum: Dış yüzleri kare ya da dikdörtgen taşlardan oluşan duvar iç dolgusu opus caementicum ile yapılmış duvar tekniğine verilen addır. Opus Incertium’la birlikte Roma mimarisinin en eski duvar tekniklerinden biridir.
Opus Reticulatum: Dış yüzleri kare şekilli piramidal yapılı taşların, baklava dilimi oluşturacak şekilde, moloz harçtan oluşan duvar iç dolgusu opus caementicum içine saplanması ile yapılan duvar tekniğine verilen addır.
Opus Testaceum / Latericum: Opus caementicum (beton) çekirdek yapısına sahip duvarların dış yüzlerinin tuğla ile kaplanmasıyla elde edilen duvar örgüsüdür. Düz, balıksırtı veya zikzak olan tipleri vardır. Torino’daki Augustus dönemi şehir duvarı, tuğla kaplı betona (opus tastaceum) en erken örnektir.
Opus Quadratum: Dikdörtgen prizması şeklinde taşların harç kullanılmadan örülmesiyle yapılan düzgün duvarların genel adıdır.
![]() |
Opus Mixtum Duvar Örnekleri |
Opus Mixtum: Beton, tüf ya da kesme kare taş bloklardan oluşan duvar sırası üzerine bir ya da iki sıra tuğla, kesme taş ve küçük taş blokların yerleştirilmesi ile elde edilen duvar kaplamasıdır. Birçok örnekte Romalılar, kaplamada farklı malzemelerin düzgün karışımlarını kullanmışlardır. Bu metodun en güzel örnekleri Pompei’deki yapılarda görülebilir.
5.3 Romalılara Ait Ev Mimarisi
![]() |
Bozdoğan Kemeri (İstanbul) |
![]() |
Hadrianus’un Zafer Takı (Atina) |
![]() |
Panteon Tapınağı (Roma) |
![]() |
Sezar Tapınağı (Roma) |
5.5 Çin
Mimarisi
![]() |
Çin’de Ahşap Mimari Ağırlıklıdır. Bu yüzden günümüze kalan eserlerin sayısı Roma’ya göre azdır. |
Dilerseniz uzun ve benim için bir o kadar yorucu olan Roma Mimarisinden sonra Doğu Medeniyeti’nin belkemiği konumunda olan Çin’in Mimarisi’ni de bir inceleyelim.
“Sabit müzik” olarak da tanımlanan mimari, uygarlığı çağlardan çağlara taşıyan en önemli araç olarak biliniyor. Başlıca kısımları Han milliyetine özgü ahşap yapılardan oluşan Antik Çin Mimarisinin önemli bir bölümünü azınlık etnik gruplarının seçkin yapıları oluşturuyor. Antik Çin Mimarisi, M.Ö.2. yüzyıldan M.S.19. yüzyılın ortalarına kadar, geleneksel Çin kültürünün topraklarında boy vermesi, gelişmesi ve olgunlaşmasıyla “kapalı” ancak bağımsız bir sistem haline gelmiş; estetikle mimari tekniği bakımından son derece yüksek bir düzeye ulaşmış ve derin kültürel anlamını göstermişti. Dünyanın en uzun geçmişe dayanan, en geniş alana dağılan ve eşsiz özellikler taşıyan sanat sistemi olan Antik Çin Mimarisinin sanatı, Japonya, Kore ve Vietnam’ın antik mimarisini doğrudan etkilemekle sınırlı kalmayıp 17. yüzyıldan sonra da Avrupa mimarisine etkiler yapmıştır. Büyük yüzölçümüne ve birçok etnik gruba sahip olan Çin, değişik doğal ve coğrafi şartlara ve çeşitli malzemelere göre, sanatsal üsluptaki yapılarını farklı mimari tarzlarıyla yaratmıştır. Çin’in kuzeyinde yer alan Sarı Irmak civarında yaşayan eski Çinliler, soğuk hava, rüzgâr ve karı engellemek için konutlarını ahşaptan ve sarı topraktan yapmışlardır;Çin’in güneyinde bulunan konutların malzemelerinin toprak ve ahşaptan oluşmasının yanı sıra, bambu kamışları ve sazlar kullanıldığı da görülür. Bu bölgedeki bazı konutlarda nemi engellemek ve iyi bir havalandırma sağlamak için konutun alt kısmındaki sütunlarda çok dayanıklı malzeme kullanılmıştır. Dağlık bölgelerde de taştan yapılar çok popüler olmuş, ormanlık bölgelerde yaşayan eski Çinliler ise sütunlu parmaklı yapılar inşa etmiştir.
![]() |
Han Hanedanlıgı Döneminde Yapılmıs Bir Sütun [1] |
5.6 Çin’in Tang Hanedanlığı Döneminde Mimari
Antik Çin Mimarisinin gelişmesi,
Çin’in Qin ve Han hanedanları, Sui ve Tang hanedanları, Ming ve Qing
hanedanları dönemlerinde üç kez doruğa çıkmıştır. Bunların mimari tarihinde yer
eden benzer özellikleri, dönemin bütün yapılarını temsil edebilen büyük sayıda
tipik yapıların kurulmasıdır. Saray, mezarlık, savunma mevkileri ve su
kanalları inşasını da kapsayan bu yapıların mimari tarzı, başta kullanılan
malzeme olmak üzere birçok bakımdan sonraki yapıları da etkilemiştir. Çin’in
Qin hanedanı döneminde yapılan İmparator Qing Shi Huang’un Mezarlığı ve Çin
Seddi, Sui hanedanı döneminde yapılan Zhaozhou Köprüsü, Ming ve Qing
hanedanları döneminde yapılan Yasak Saray, günümüz insanlarına Antik Çin
Mimarisi’nin eşsiz güzelliklerini gösteren birçok yapıdan yalnızca birkaçıdır.
Çin’in feodal toplumunun ekonomik ve kültürel
gelişiminin Tang hanedanı döneminde doruğa çıkmasının yanı sıra mimarlık
tekniği ve sanat alanlarında da büyük aşama kaydedilmiştir. Tang hanedanına
özgü mimari, ihtişamlı, düzenli ve açık özellikler taşımıştır.
Antik Çin mimari grubunun genel tasarımı bu dönemde günden güne olgunlaşmaya başlamaktadır. O dönemde Tang hanedanının başkenti olan Chang’an (yani bugünkü Xi’an) ve yazlık başkent olan Luoyan’da görkemli ve daha rasyonel oluşumlu saraylar, imparator bahçeleri, devlet konutları inşa edilmiştir. Döneminde dünyanın en büyük kenti olan Chang’an kentinin oluşumu, Çin’in antik kentleri içinde en düzenlisi olarak kabul edilmiştir. Son derece ihtişamlı görünen kentte bulunan Daming Sarayının günümüzde korunan kalıntılarından anlaşıldığına göre bu saray, Ming ve Qing hanedanları dönemine özgü Yasak Saray’ın üç katı büyüklüktedir.
Sanat ve yapı tarzının dengeli bir şekilde
sağlandığı Tang hanedanında inşa edilen yapıların çatı kubbesi, sütun, dam
sütunu gibi mimari kısımları, fizik ve estetiğin mükemmel bir şekilde
kaynaşmalarının ürünleridir. Wutai Dağında bulunan Fuoguang Tapınağı, geniş,
sade, ciddiyet uyandırıcı, doğal oluşu ve açık renkleriyle, Tang hanedanı
yapıları içinde en iyi örneği oluşturur.
Bunun dışında, Tang hanedanı döneminde inşa edilen taş ve tuğladan yapılan yapılarda da önemli aşama kaydedilmiştir. Budist pagodaları taş ve tuğlalarla yapılmıştır. O dönemde inşa edilen ve günümüze kadar korunan Xi’an kentinde bulunan Dayan Pagodası ve Xiaoyan Pagodası ile Yunnan eyaletine bağlı Dali kentindeki Qianxun Pagodası hep taş ve tuğladan yapılmıştır.[2]
Bunun dışında, Tang hanedanı döneminde inşa edilen taş ve tuğladan yapılan yapılarda da önemli aşama kaydedilmiştir. Budist pagodaları taş ve tuğlalarla yapılmıştır. O dönemde inşa edilen ve günümüze kadar korunan Xi’an kentinde bulunan Dayan Pagodası ve Xiaoyan Pagodası ile Yunnan eyaletine bağlı Dali kentindeki Qianxun Pagodası hep taş ve tuğladan yapılmıştır.[2]
![]() |
Çin Uygarlığı’nda çeşitli hanedanlar ve yönetimler zamanında yapılan yukarıdaki gibi çokça eser bulunmaktadır. Çin’deki en meşhur eserlere bir göz atalım dilerseniz. |
5.7 Sonuç
Sonuca gelirsek bu iki büyük uygarlıkta dünyaya paha biçilemez eserler sunmuştur . Tabiki bu sadece mimari alanda değil diğer alanlarda da mevcuttur. Uygarlık olmak için sadece mimari yetmez. Mimariye son defa bakış atarsak iki uygarlığında en çok tapınak ve saraylara önem verdiğini görebiliriz. Özellikle Roma’nın tiyatrolara önem verdiğini gözlemleyebiliriz. Çin’de ise dini özgürlük Roma’ya göre fazla olduğu için çeşitli inançlara bağlı onlarca tapınak bulabiliriz. (Dini konuları yazımızın devamında bulabilirsiniz.) Roma sanat ve şehircilik alanında mimariye önem verirken Çin’de din ön plandadır.6. Roma ve Çin’de Hukuk
Bir devlette adalet olmazsa olmazdır. Roma ve Çin
Uygarlıklarının da belirli bir hukuk ve yargı sistemi vardı elbet. Özellikle
Roma Hukuku dönemine göre çok gelişmiş hatta günümüz hukukunun temelini bile
oluşturmuş diyebiliriz. Çin hukuku da döneminin gelişmiş hukuklarından
birisiydi.
Önce Roma Hukuku ile başlayalım ve
Roma Hukuku’nu beşli bir sınıflandırma içerisinde inceleyelim.
6.1
Eski Hukuk Dönemi
MÖ 753-150: Bu dönemde geçerli olan hukuka ius civile ya da ius quiritium denir. Roma şehrinin
yurttaşlarına uygulanan bir hukuktur. Bu dönemde hukukun temel kaynağı örf ve adetlerdir. Roma’da ilk yazılı kanun olarak görülen On İki Levha Kanunlarında örf ve adetler saptanmıştır.
Kısaca On İki Levha Kanunlarından bahsedelim.
6.1.1 On İki Levha Kanunları
Roma İmparatorluğu'nda yazılı kanunlar olmadığı dönemde, örf ve adete göre hareket edilirdi. Bu örf ve adetleri de ancak Patrici’ler bilirdi. Bunun için Patrici’ler, örf ve adetlerin yazıya geçirilmesine, mümkün olduğu kadar uzun bir zaman karşı koymuşlardı.
Pleb’lerin baskısıyla M.Ö. 450` de kanunları yazmak üzere 10 kişilik bir komisyon (decemviri legibus scribundis) kuruldu. Solon Yasalarından da yararlanılarak 2 yılda hazırlandı. 12 madeni veya tahta levha üzerine yazılarak ve meclisin onaylamasından sonra, herkesin görebilmesi için Roma’nın en büyük meydanına (Forum Romanum) asıldı. M.Ö.307` de Galler’in Roma yağmalamalarında talan edilmesine kadar orada asılı kaldı.
Bu levhalarda aile hukuku, veraset hakkı, dava hakkı, borç ve ceza kanununa dair hükümler vardı. Bunlar Roma Hukukunun hiç değişmeyen esaslarını teşkil ettiler. Bu kanunlar dizisi ile iki toplum arasında daha önce hiç olmayan adalet ve dürüstlük mekanizması kurulmuş ve güçler Patrici’li ve Pleb’li büyük toprak sahipleri tarafından paylaşılmıştır. Böylece, her iki halk grubu da seçme seçilme hakkı edinmiş, toplumdaki sınıf farklılıkları için ekonomik durum belirleyici olmuştur.
Bazı suçlar ilahların mukaddes haklarına tecavüz şeklinde anlaşılmış, suçlu cemiyet dışı ve her türlü haklardan mahrum bırakılmıştır (herkes tarafından öldürülebilir). Şahıslara yönelik suçlarda şahsi intikam usulü kullanılabilir. Diyeti kabul etmeyen suçlu, zarar görene teslim edilir; o da göze göz, dişe diş şeklinde öcünü alır. Aile reisinin (babanın) riyaseti altındakilere karşı hayat ve ölüm hakimiyeti vardır.
Tarihçi ve hukukçuların naklettiği kısımlardan anlaşıldığına göre 12 Levha Kanunlarında iki gaye güdülmektedir:
Siyasi Gayesi: Asillerle halk arasında mümkün olduğu kadar eşitlik
sağlamak ve vatandaşları, idarecilerin keyfi davranışlarına karşı korumak.(Ancak
kanunlar bunu tam manasıyla gerçekleştirememiştir; o devirde asiller ile halk
arasındaki evlenme yasağı devam etmiştir.)
Hukuki Gayesi: Eski teamül hukukunu (örf ve adet hukukunu) toplayıp tespit etmektir.
6.3
Klasik Hukuk Dönemi MÖ 27-MS 250
Bu dönemde hukuk
gelişmeye devam etmiş, ius preatorium'un çağın ihtiyaçlarına cevap vermesi ius
civile'nin de etkilenmesine sebep olmuş, yine ihtiyaca binaen ortaya çıkan ius
gentium gelişimini sürdürmüştür.
6.4
Klasik Sonrası-Post Klasik Dönem 250-527
İmparator Caracalla’nın Roma’da yaşayan herkesi
vatandaş saydığı kanunla Roma Hukuku tüm uyruklar için geçerli olmuştur. Fakat
kanunların değişik kültürel kökenlerden gelen kavimlerce uygulanması zor
olmuştur. Az gelişmiş, ilkel kültür sahibi Batı Avrupa kavimlerinin bu
kanunlara adaptasyonu kolay olsa da Helenistik Kültür ile yoğrulmuş Doğu
Eyaletlerine söz geçirmek imparatorlar açısından zor olmuştur. Bir süre sonra
da bundan vazgeçmişlerdir. Zaten Doğu Roma İmparatorluğu’nda Helenistik izler
açık bir şekilde hukuki sisteme sirayet etmiştir. Bu döneme Roma-Helen Hukuku
da denir.
6.5
Justinianos Dönemi 527-565
Doğu Roma İmparatoru Justinianos eski Roma
İmparatorluğunu canlandırmak istemiştir. İmparatorluk sınırlarını genişletmiş
daha sonra bu sınırlar içinde geçerli olacak hukuk sistemini birleştirmeye
uğraşmıştır. Principatus* döneminin, klasik hukuk döneminin hukukunu yeniden
geçerli kılmak ve çağın durumuna da adapte etmeye çalışmıştır. Böylece oluşan
bu hukuk sistemine “Corpus Iuris Civilis” adı verilmiştir. [1]
Hukuki Gayesi: Eski teamül hukukunu (örf ve adet hukukunu) toplayıp tespit etmektir.
6.2 Klasik Öncesi Hukuk Dönemi M.Ö 150-27
Daha önceki devirlerde uygulanan tek bir şehir halkı ve tarıma dayalı toplumun ihtiyaçlarını gideren kanunlar devletin büyümesiyle yetersiz kalmaya başlamıştır. Küçük bir şehirden büyük bir dünya devletine dönüşüm süreci içerisinde preatorların rolü büyük olmuştur. Roma sınırları dışındaki eyaletler için şehir preatoru dışında preatorlar atanmış ve bunlar hukuk yaratmıştır. Roma devleti sınırları içerisinde yaşayarak Roma vatandaşı statüsü kazanmamış kişilerle ilgili hukuka ius gentium adı verilmiştir. (Kavimler hukuku).
6.3
Klasik Hukuk Dönemi MÖ 27-MS 250
Bu dönemde hukuk
gelişmeye devam etmiş, ius preatorium'un çağın ihtiyaçlarına cevap vermesi ius
civile'nin de etkilenmesine sebep olmuş, yine ihtiyaca binaen ortaya çıkan ius
gentium gelişimini sürdürmüştür.
6.4
Klasik Sonrası-Post Klasik Dönem 250-527
İmparator Caracalla’nın Roma’da yaşayan herkesi
vatandaş saydığı kanunla Roma Hukuku tüm uyruklar için geçerli olmuştur. Fakat
kanunların değişik kültürel kökenlerden gelen kavimlerce uygulanması zor
olmuştur. Az gelişmiş, ilkel kültür sahibi Batı Avrupa kavimlerinin bu
kanunlara adaptasyonu kolay olsa da Helenistik Kültür ile yoğrulmuş Doğu
Eyaletlerine söz geçirmek imparatorlar açısından zor olmuştur. Bir süre sonra
da bundan vazgeçmişlerdir. Zaten Doğu Roma İmparatorluğu’nda Helenistik izler
açık bir şekilde hukuki sisteme sirayet etmiştir. Bu döneme Roma-Helen Hukuku
da denir.
6.5
Justinianos Dönemi 527-565
![]() |
Roma’da Yargılamaya Dair Bir Resim |
6.6 Çin’de Toplumsal Yapı ve Hukuki Durum
Çin’de halk, sosyal, siyasi ve hukuki durumlarına göre asiller(Şe’ler), köylüler(Nong) ve köleler olmak üzere üç zümreye ayrılmıştı. Köylüler mülkiyetleri kendilerine ait olmayan arazi parçaları üzerinde geçici olarak yerleştirilmiş insanlardı. Köylülerde ciddi bir aile yapısı bulunuyordu. Bu ailelerde atalara tapınmak önemli bir unsur sayılıyordu. Ancak köylülerin aile yapısı asillerin aile yapısına göre basit kurallardan oluşmaktaydı. Köylerin sosyal gelişim bakımından meydana getirdikleri ikinci ve son merhale, her yirmi beş ailenin bir araya gelerek kurdukları ve köy olarak adlandırılabilecek topluluktu. Bu yapıyı oluşturan köylülerin en yaşlısı köyün lideri olurdu. Bu köylerde köylüler en yaşlının başkanlığında yaşar ve yapacakları işleri düzene koyardı.
Asiller ise bir klana ait olup, mukaddes ataya ibadet hakkına sahip kişilerden oluşmaktaydı. Asiller dahil oldukları klanın ismini taşırlar, mukaddes atalarına ibadet ederlerdi. Kasaba ve şehirlerde otururlar, resmi memurlukta bulunurlardı. Toprak sahibi olma hakkı sadece bunlarda vardı. Çin’de insanlar, çocukların veya kendisinin satılması sonuncunda köle statüsüne düşerlerdi. Kölelere ceza verilebilirdi ancak kötü davranılamaz ve öldürülemezdi.
Çin’de aile kan veya toprak esasına değil tapılan ortak bir ataya dayanmaktaydı. Ailenin başı baba idi Ailede çocuklar anne-babalarına sevgi ve saygı göstermek zorundaydı. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler cezalandırılırdı. Mesela ana babasını aşağılayan çocuklar ölümle cezalandırılırdı. Babasını kasten öldüren bir evlat işkence yapılarak öldürülürdü. Kısasa kısas uygulama söz konusuydu.
Baba öldüğünde, çocuk babasını gömmek, mezarını yaptırmak, muhafazasını sağlamak ve 3 sene yas tutmak zorunda idi. Aynı durum annenin ölümü halinde de söz konusu idi. Aile içinde velayet hakkı, sınırsız bir otoriteye sahip olan babaya verilmişti. Babanın ölümüyle bu hak ailenin en büyük erkek çocuğuna geçerdi. Çocuklar ancak resmi bir memuriyet vazifesi almakla babasının vesayetinden çıkarlardı. Çocuklar 8 yaşına kadar serbest bırakılır, bundan sonra kız ve erkekler ayrılarak ahlaki ölçülere göre yetiştirilirlerdi. Ailede tüm otoriteye sahip olan baba, çocuklarını satabilirdi. Çocukların mallarının idaresi de yine babalarına ait idi. Buradan da anlayacağımız gibi Çin’de aile yapısında babanın kesin bir otoritesi vardı.
Çin’de erkek dini ve hukuki kuralarla göre ancak bir kez evlenebilirdi. Ancak uygulamada zengin erkeklerin aynı aileden olma şartıyla birden fazla kadınla evlendikleri görülürdü. Ancak bu durumda resmi ve her türlü hukuki yetkiye sahip olan kadın birinci eş idi. İlk eş her türlü dini merasimlere iştirak edebilir, diğer kadınlar ona tabi olurdu. Diğer kadınlardan doğacak çocuklar ilk kadının sayılırdı.
Çin hukukunda ölenin kan akrabaları miras alabilirdi. Miras en büyük erkek çocuğa verilirdi. Kız çocuklar erkek evlat olmasa bile mirasçı olamazlardı. Eğer miras toprak ise her ne kadar en büyük erkek çocuğa verilse de ailenin bütün fertleri bundan istifade ederlerdi. Erkek çocuğu olmayan kişiler için aynı sosyal zümreye ait olmak şartıyla evlatlık da mirasçı olabilirdi.
6.7 Eski Çin’de Ceza Hukuku
Genel olarak ceza hukuku intikam esasına dayanmaktaydı. Suçlunun suçtan zarar gören kişinin akrabaları veya kendisi tarafından cezalandırılırdı. Suçlu kısas edilmekte yani işlediği suçla aynı özellikte bir cezaya çarptırılmaktaydı. Mesela, bir adam öldüren kişi, öldürülen şahsın akrabası tarafından takip olunmakta ve yakalandığında öldürülmekteydi. Hatta babası öldürülen çocuk bu hadise nedeniyle yas tutmaktaydı.
Çin’de cezanın şahsiliği ilkesi de uygulanmaktaydı. Bundan başka, suçların da tasnifine çalışılmış, bunların her birine ayrı ayrı cezalar tayin olunmuştu. Kabul edilen esaslara göre, adam öldürme, adi yaralama ve hırsızlık, umumi adaba aykırı fiiller, hile ve tecavüz gibi suçlar hakkında sırasıyla ölüm, bacakların kesilmesi, kısırlaştırma, burun kesilmesi gibi cezalar belirlenmişti. Bu suçların dışında kalan ve suç kabul edilen diğer fiillerin de suçlunun yüzüne damga vurulması suretiyle cezalandırılacağı öngörülmüştü. Ancak, suçlu diyet vermek suretiyle yukarıda düzenlenen cezalardan kurtulabilmekteydi.
Eski Çin’de 3 bin suç vardı. Bunlardan 200 tanesi idam cezasını, 300 tanesi bacakların kesilmesini, 500 yüz tanesi hadım edilmeyi, 1000 tanesi burnun kesilmesini ve kalan 1000 tanesi de damgalanmayı gerektirmekteydi. Suçlu diyet ödeyerek bu suçların cezasından kurtulabilirdi. İdam cezalarında 6000, hadım edilme cezalarında 3600, bacakların kesilmesi cezalarında 3000, burun kesilme cezalarında 1200, damgalama cezalarında 600 ons (27 gr) diyet öderdi.
[2]
6.8 Sonuç
Hem Roma İmparatorluğu’nda hem de Eski Çin’de hukukun ne kadar geliştiğini bu kanun ve hukuk sistemlerinden anlayabiliriz. Özellikle Roma Hukuku’nun günümüzde üniversitelerde okutulduğunu ve günümüz Dünya ve Avrupa hukukunu önemli derecede etkilediğine hatta bunların temelini oluşturduğunu bile söyleyebiliriz. Roma’da halklar arasında sınıflandırmalar olduğu açık ve net bir şekilde ortadadır. Alt sınıfı oluşturan kesimlerin hukuki talepleri sayesinde Roma Hukuku’nun gelişim gösterdiği göz ardı edilemez. Roma Hukuku’nda eşitlik hakları göze çarpar. Zaten On İki Levha Kanunlarının siyasi gayesinde bunu anlayabiliriz.
Çin’de de cezalar da eşitlik yani kısasa kısas ilkesi göze çarpar. Bu da her insana eşit muamele yapılması açısından önemlidir ve Çin Hukuku’nun her ne kadar ülkede toplumsal sınıflandırmalar olsa da güçlünün güçsüzü ezmeyeceği şekilde işlediğini anlayabiliriz. Ayrıca Çin’in aile yapısı, ceza kanunları ve diğer unsurlar bakımından Doğu Medeniyeti’ne ciddi bir örnek teşkil ettiği açıktır.
7. Roma ve Çin İmparatorluğunun Dini İnançları ve Değişimleri
Roma imparatorluğu ve Çin’in erken dönemlerindeki dini inanışlarında da büyük benzerlikler görmek mümkündür. Roma kuruluş döneminde Güney İtalya’daki Sirakuza’nın etkisine girmeden önce numina olarak bilinen görünmez güçlerin varlığına inanırlardı. Dini anlayışları, ruhsal ve belli enerjiler etrafında ilerleyen soyut varlıkların etkisindeydi. Bazı tanrılar küçük alanlara hâkim iken bazıları daha geniş alanları kapsamaktaydı. Örneğin Jupiter gökyüzü tanrısı, Mars ise tarım tanrısı olarak kabul ediliyordu. Daha sonraki dönemlerde Yunan dininin etkisine girmesiyle beraber Zeus, Ares gibi tanrılarda Roma dini yapısının içerisine girdi.
Çin dini ise içerisinde geniş bir dini anlayışı kapsamaktaydı. Birçok farklı yaklaşım ve dini inanış vardı. Bu açıdan Roma’nın devlet dini politikasından uzaktı. Ancak erken dönem Roma dininde olduğu gibi, doğanın ve ruhani varlıkların kutsallığına inanırlardı. Devlet tarafından genellikle bazı nehirlerin kıyılarına, yüksek dağların tepelerine ve rüzgârın güzergâhına ve toprağın hâkim olduğu alanlara tapınak inşa etti. Doğa Çin toplumu için büyük bir öneme sahipti ve tüm ihtiyaçlarını karşıladığı için tabiata tanrı gözüyle bakıyorlardı. Antik Çin tarihçilerinden Sima Qian, yazılarında devlet otoritesi ve dinin ayrım içerisinde olduğunu ortaya koyarak, Çin imparatorlarının dini ayinleri devlet işlerinin dışında tuttuğundan bahsetmiştir.
7.1 Dini Değişimler
Her iki imparatorluğun erken dönemde benzer dini inanışlara sahip olsalar da zaman içerisinde gelişen sınırlar ve karmaşık toplum yapısı sebebiyle dini değişimlerin içine girmişlerdir. Çin’de atalara bağlılık oldukça fazlaydı ve bu da atalara tapınma noktasına vararak bir dini kültüre dönüşmüştü. Han hanedanlığından önce çok yaygın olan bu durum zamanla değişti ancak atalara saygı kültürü sonrasında da devam etti. Buna benzer bir şekilde Roma’da da ölen kralların tanrılaştırılması bir gelenek haline gelmişti.
Çin’de daha yaygın olan bu tapınma biçiminde İmparatorlar atalarının ruhu için kurbanlar keser çeşitli ritüeller gerçekleştirirlerdi. Ancak devlet genişledikçe devleti ayakta tutacak yeni yönetim sosyal politikalar gelişmeye başladı ve bu dini yapıyı da etkiledi. Ahlaki öğretiler özellikle Han hanedanlığının diğer Çin derebeyliklerini birleştirmesiyle birlikte hız hazandı. Taoizm bu dönemde Çin’in hâkim dini oldu Hala eski anlayışlar sürse de Bazı çevrelerce Han Hanedanlığının resmi dini olarak kabul edilir. Nefret olmadan sevgi olmaz, iyi olmadan kötü olmaz gibi farklı öğretileri içinde barındıran Taoizm Çin’de çok güçlü bir din haline geldi. Daha sonraki dönemlerde İpekyolu ticaretinin etkisiyle zamanla Budizm Çin içerisinde yayılmaya başladı. M.S 1.yüzyıllarda Budizm de Çin’in önemli bir dini haline geldi. Öte yandan eğitim ve kültür konularını içeren başlığımızda geniş bir yer vereceğimiz Konfüçyüs akımı ortaya çıktı ve kısa sürede devletin resmi ideolojisi, felsefesi ve hatta dini haline geldi. Daha çok felsefi alanda etkisini gösteren bu öğreti bugün dahi hala Çin ve çevresindeki coğrafyalarda etkin bir nüfuza sahiptir. Han hanedanı döneminde dini alandaki zenginlik bir baskıya maruz kalmamış ve dini konularda özgürlükçü bir anlayış benimsenmişti. Bu da Çin’deki öğretilerin bu denli zenginleşmesine yol açmıştır.
Roma, devlet ve din ilişkisi bakımından çağdaşına göre oldukça büyük farklılıklar göstermektedir. Roma’daki devlet dini anlayışı onu başka dinlere karşı duyarsız ve hoşgörüsüz yapmıştır. O dönemde Roma hâkimiyetinde bulunan Kenan bölgesinde Yahudiler yaşamaktaydı. Sahip oldukları tek tanrı inancıyla Roma’nın devlet dini anlayışına her zaman muhalif bir konumda yer alıyorlardı. Bu bağlamda Yahudileri zorbalıkla idare etme ve dinlerinden vazgeçirmeye çalıştılar. Bu süreçte İsa’nın doğumu ve faaliyetleri Roma’nın daha da kızmasına yol açmıştı. İsa, özellikle Yahudi politik ve dini liderlerinin para ve güç hırsıyla yanıp tutuşmasına kızıyor, dinin yeniden kişisel bir konu olmasına yönelik bir arzu duyuyordu. Bu konuda etrafında öğrenci toplayıp fikirleri hakkında vaaz veren bu yeni reformcu, Yahudiler tarafından sevilmedi. Bu yüzden onu Romalılara teslim ettiler ve Romalılar da idamı layık gördü. İsa’nın çarmıha gerildiği iddiası ve Kudüs’ün Roma tarafından yıkılmasıyla sonuçlanan bu süreç sonrasında İsa'nın ölümünden sonraki süreçte öğrencileri dünyanın her köşesinde bu yeni dini yaymak üzere seyahat ettiler.
Bunlardan Hristiyanlığı sonradan kabul etmiş olan Pavlus, Suriye, Anadolu ve Yunanistan'da çokça seyahatlerde bulundu. Pavlus öncelikle Yahudileri ikna etmeye çalıştı ancak Yahudiler onu dinlemedi. Bunun üzerine Yahudi olmayan halklara yönelen Pavlus, onlara bu dini yaydı. Bu büyük ölçüde Roma sayesindeydi. Çünkü Roma'nın yollarını kullanıp, Roma'nın sağladığı güvenlik ile Roma ile Kutsal Topraklar arasında gidip gelebildi. Ve böylelikle Pavlus ikna etmek istediği halklara İncil'de de olan o ünlü mektupları gönderdi. Bunu yaparken Roma makamlarının koruması altında olması, Roma’nın çok kültürlü yapısının boyutlarını göstermektedir. 2 yüzyılı aşkın bir süre sonrasında Hristiyanlık özellikle toplumun ezilmiş kesimlerinde hızla kabul görmeye başladı. Barışçıl ve yumuşak uygulamalarının cazibesiyle Hristiyanlığa geçiş sürekli hızlandı. Tek tanrı inancının gereği, Roma İmparatorlarına tapınmayı reddeden Hristiyan nüfus Roma askeri kanadı tarafından sürekli zulme maruz kalıyordu. Bu da Hristiyan halk hareketlerini daha da geniş alanlara yayıyordu. Aynı zamanda gelişmiş Roma medeniyetinin entelektüel ve manevi boşluğu Pagan uygulamaları ve inanışları tarafından doldurulamaz noktaya gelmişti. Bu sadece halkın değil Roma’nın önemli devlet adamlarının da zaman içinde Hristiyanlığa doğru yönelmesine yol açtı. Sonuç olarak gerek manevi şartlar gerekse tarihi gereklilikler sonucunda Roma İmparatoru Konstantin’in 312’de Maxentius’a karşı aldığı Milvian Köprüsü Zaferi sonrasında Hristiyanlık tanınmıştır. Bu zaferi Hristiyanların tanrısının yardımıyla kazandığına inanan Konstantin, bu zaferin hemen ardından 313’te ilan ettiği Milano Fermanı’yla Hristiyanlık karşıtı politikalara son vermiştir ve böylece Hıristiyanlık diğer inançlarla eş statüye yükselmiştir.[22] Zaman içerisinde giderek Hristiyanlık güç kazanmış İmparatorluğun dini haline gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
![]() |
4.Yüzyılda I.Konstantin tarafından yaptırılan Eski Aziz Petrus Bazilikası |
Görüldüğü gibi hem Çin hem de Roma imparatorluğunun dini değişimleri sınırların genişlemesi ve tarihi gereklilikler ile birlikte kaçınılmaz olmuştur. Elbette Roma’daki devlet dini anlayışının onun bir başka dini benimsemesini oldukça geciktirmiştir. Oysa Çin’deki din konusunda daha serbest olan yaklaşım onu bu alanda oldukça çeşitli bir yapıya sürüklemiştir. Roma’nın dini anlayışları ile Çin’in dini anlayışları arasında temel fark aslında bir ahlak öğretisi ve bir devlet dini arasındaki fark ile açıklanabilir. Bu bağlamda Roma Hristiyan olduktan sonra eski savaşçı özelliğini yitirmiş olsa dahi Hristiyanlığı bir otoriteye dönüştürmüştür. Bu modern dönemdeki laik anlayışlara kadar Batı medeniyetinin din konusundaki temelini oluşturmuştur. Uzakdoğu’daki dini anlayış ise günümüzde hala Budizm, Taoizm gibi daha ruha hitap eden manevi boyutlarda yaşanan bir felsefeyle açıklanmaktadır. Bugün hala süren bu iki temel yaklaşımı anlamak için bu iki devletin dini yapısını anlamak oldukça önemlidir.
8.Roma ve Çin’de Felsefe, Eğitim, Bilim ve Toplum Yaşantısı
Roma İmparatorluğu ve Han Hanedanlığı dönemindeki Çin’in
kültürel ve bilimsel çalışmalarının çok önemli olduğundan bahsetmiştik. Bu
başlık altında bu çalışmaları ele alarak günümüze kadar olan yansımalarında
bahsedeceğiz. İki medeniyetin bu konuda birçok benzer yönleri olduğu gibi
birbirinden net şekilde ayırabileceğimiz farklı özellikleri de mevcuttur.
Attıkları düşünce temelleri bugün hala doğu ve batı medeniyetlerinin temelini
oluşturmaktadır.
8.1 Roma ve Çin
Felsefesi
Öncelikle Roma’daki özellikle Sirakuza’nın da etkisiyle
Yunan felsefesi etrafında gelişti diyebiliriz. Elbette Roma geniş alanlara
yayılmasıyla birlikte Yunan felsefesinden aldığı bayrağı ileriye taşımaktan da
geri durmadı. Bu bölümde günümüzde hala etkisini büyük ölçüde sürdüren bazı
önemli düşünürlerden ve çalışmalarından bahsedeceğiz. Öncelikle Polybius, Romalı tarihçi ve
filozof, Roma düşünce dünyası açısından en önemli isimlerden birisidir. Yönetim
biçimleri ve anayasalar üzerinde yaptığı çalışmalarla yalnızca dönemini değil
sonraki nesilleri de etkilemiştir. Polybius’un ortaya koyduğu “karma anayasa”
sistemi ve “güçler ayrılığı ilkesi” günümüzde siyaset bilimi anlayışı için çok
önemli bir yere sahiptir. Fikirleriyle daha sonra Montesquieu’yu da
etkilemiştir ve Montesquieu “Spirit of The Laws” (yasaların ruhu) isimli
kitabını yazmıştır. Aynı zamanda ABD anayasasının oluşumunda da büyük bir ilham
kaynağı olan bu fikirler günümüzde hala etkisini sürdürmektedir.
Öte yandan kökeni Atina’ya dayanan ve Helenistik kültürün en
önemli ekollerinden sayılan “stoacılık” görüşü de birçok Romalı ve filozof
tarafından benimsendi ve değiştirilerek yaşatıldı. Cicero, Genç Senaca,
Epiktetos ve ismini ilerleyen bölümlerde sıkça duyacağımız İmparator Marcus
Aurelius bu isimlerden bazılarıdır. Bu felsefe Hristiyanlıkla yoğrularak
Hristiyanlığın Roma tarafından kabul görmesini de kolaylaştırmıştır. Bilgelik,
adalet, yiğitlik, ölçülülük ve dürüstlük gibi 5 önemli ilkeye sahip olan bu
ekol aynı zamanda insanın üstünlüğünü ve eşitliğini savunması açısından da
Roma’da çok yaygın olan kölelik için olumsuz bir eğilim oluşturmaktadır.
Bu bölümde anlatacağımız bir diğer önemli filozof ise
Cicerodur. Cicero, kuşkucu bir bilgi felsefesiyle ve her zaman etkileyen
konuşmaları ve hatipliğiyle yaşadığı her dönemde gündemde olan bir isim
başarmıştır. Aynı zamanda önemli bir hukukçu olan Cicero bir dönem konsüllük de
üstlenmiştir. Roma iç savaşı döneminde Sezar’ın karşısında yer alan Cicero, bu
nedenle İtalya’yı zaman zaman terketmek zorunda kalsa da Sezar’ın ölümünden
sonra senato da en etkin isimlerden birisi halin geldi. Cumhuriyetçilik
akımının ilk savunucularından olan ünlü düşünür, Sezar ve sonrasındaki Roma
yönetimine karşı hep muhalif bir konumda olmuştur. Onun çalışmaları öldürülmesine
sebep olsa dahi, fikirleriyle cumhuriyetçiliği güçlendirmiş ve Fransız
ihtilaline kadar uzanan bir mücadelenin öncülerinden olmuştur. Gerek hukuk
alanındaki çalışmaları olsun, gerekse siyaset felsefesindeki fikirleri olsun,
günümüzde Kıta Avrupası ülkelerinin temel yönetim sistemlerinin oluşumunu
sağlamıştır. Bu yönüyle çağının ötesine taşınmıştır.
Çin’de felsefenin ortaya çıkışını ise Antik Çin tarihinin en
karmaşık dönemlerinden olan “Savaşan Devletler Çağı” dönemine götürebiliriz. Qin hanedanlığının ve
ardından Han hanedanlığının yönetimi almasına kadar sürecek olan bu dönemdeki
politik ve kültürel değişimler felsefeye de yansımıştır. Konfüçyüsçülük, Taoizm
gibi düşüncelerin de oluşmasında etkili olan “Yaz Düşünce Okulu” bu dönemde
gelişmiştir. Konfüçyüsçülük Han dönemi ve sonrasındaki Çin yaşam tarzının
temelini oluşturduğundan bahsetmiştik. Bu bölümde bahsedeceğimiz en önemli
felsefe ekolu onun düşünceleridir. Yönetim alanında ve siyaset alanında ortaya
koyduğu fikirler Uzakdoğu’daki birçok devletin hala temel esasını oluşturur.
Yönetimdeki erdemlilik ilkesiyle yöneticinin halkı yönetmeden önce kendini
yönetmesi gerektiğini söylemiştir. Karşılıklı ilişkilerin saygı çevresinde
olması gerektiğini ortaya koyarken, bu anlayışın özelden genele giden bir
yaklaşımla dünyayı değiştireceğini iddia etmiştir.

- Hükümdarın tebaaya
- Ana-babanın çocuğa
- Ağabeyin erkek
kardeşine
- Kocanın karısına
- Yaşça büyük dostun
genç dostuna
Şeklinde karşılıklı görev ve sorumluluklar olduğuna inanır.
Aynı zamanda yaşayan kişilerin ölenlerin oğulları olduğu düşüncesi de bu bağlam
çerçevesinde zaman içinde atalara tapınma yaklaşımına yol açmıştır. Bugün hala Uzakdoğu’da
atalara saygı bu şekilde gelişen ve tapınma derecesine varan bir haldedir. Aynı
zamanda toplumun organik bir bütün olarak görülmesi felsefesi de kendini
göstermektedir. Asya birçok krizi bu sistemle birlikte hareket ederek
atlatmıştır. Asya Kaplanları denilen bu ticari işbirliğinin dayandığı fikir alt
yapısı Konfüçyüsçülükten başka bir şey değildir. Asya devletleri bu ortaklık
ile krizi kısa sürede atlatarak hızlı sanayileşmesiyle öne çıkmıştır. Onun
fikirlerinin yayılması ölümünden sonra Mensius döneminde olmuştur. Mensius onun
fikirlerini kendi fikirleriyle birleştirerek Asya’ya hâkim bir ideoloji haline
getirmiştir.
Felsefe konusunda Çin adına bahsetmemiz gereken bir başka
önemli düşünce Taoizm’dir. Taoizm, Lao-Tse’nin yazıları üzerinde
şekillenmiştir. Taoizm “Tao” kavramı üzerine inşa edilmiştir. Taoizm 'in
kendine güre büyücüleri rahipleri, rahibeleri, dini şefleri ve kendine has
ayinleri vardır. İlkbaharda ateş yakılır. Taoist rahipler yarı çıplak durumda,
ateşe pirinç ve tuz atıp yalınayak koşarak üzerinden geçerler.[23]
Taoizm’de insan daima merhamet sahibi yumuşak ruhlu olmalıdır. Yaşayan tüm
varlıklara merhamet esası üzerine dayandırılmış bir ahlak öğretisidir. Roma’da
ve diğer batı dinlerinde olduğu gibi bir yaratıcı anlayışından uzaktır. Ancak
yaratıcı ve insan ilişkisinden de bahsetmesi onu yalnızca felsefi bir öğreti
olmaktan çıkarıp din haline getirmiştir. Bugün hala Asya’nın birçok ülkesinde
inanılan ve kabul görülen bir dindir.
8.2 Eğitim Alanında
Roma ve Çin İmparatorluğu
Roma ve Çin gibi iki büyük medeniyetten bahsederken eğitim
ve bilim alanındaki çalışmalarından bahsetmemek olmaz kuşkusuz. Öncelikle iki
imparatorluğun da bilim ve kültür alanındaki çalışmaları birbiriyle benzerlik
göstermektedir. Roma Fenikeliler döneminde ortaya çıkmış olan alfabeyi
kullanarak günümüzde hala kullanılan Latin alfabesini oluşturdu. Roma’nın
geneli kırsal yaşam süren insanlardan oluştuğu için okuryazarlık oranları
yeterli sayılarda değildi ancak kentte yaşayan insanlar özellikle siyasi
sistemden kaynaklı olarak eğitimli insanlardı. Kız çocuklarının eğitimi
konusunda Platon’un düşüncelerinin de etkisiyle kız çocuklarına eğitim hakkı
verilmesi eğilimde olmuştur. Roma Takvimi de Roma’nın günümüz dünyasına
kazandırdığı en önemli miraslardan biridir. Astronomi alanındaki
gelişmişliğiyle dikkati çeken Roma’da günümüzde yaygın olarak kullanılan takvim
oluşturulmuştur. Türkiye’de de kullandığımız mevcut takvim buna dayanmaktadır.
Zaten ay isimlerinden de Roma kökenliği olduğu anlaşılabilir.
![]() |
Ünlü Roma Gökbilimcileri[24] |
Çin’de astronomi alanındaki
çalışmalar bu dönemde hız kazanmıştır. Daha öncesinde bahsettiğimiz “Savaşan
Devletler Çağı” bu çalışmaların başladığı dönem olarak gösterilir. Han
döneminde de bu çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. 12 hayvanlı takvimimin
yanı sıra çeşitli takvimler kullanılmıştır. Ay tutulması, güneş tutulması gibi
olayları incelemede başarılı olmuşlardır. Sulama ve taşkınları kontrol altına
almayı da bu gözlemler sayesinde başarmışlardır.
Eğitim alanında Çin’in dili ve
alfabesi kaynaklı çeşitli farklı yanları bulunmaktadır. Genty olarak
isimlendirilen seçkinler sınıfının hâkimiyeti vardır. Bizdeki ulema sınıfıyla
benzerlik gösteren bu sınıf eğitim alanındaki akademik çalışmaları yürüten
seçkinler sınıfıydı. Eğitimli Çin diline hakim az sayıdaki insanlardan
oluşuyordu. Babadan oğula geçmesi yönüyle yine bizdeki beşik uleması sistemini
anımsatmaktadır. Kız çocuklarının eğitimi konusunda Roma kadar özgürlükçü
olmadığını söyleyebiliriz. Kızların yalnızca soylu erkeklerin köleleri gibi
gördüklerini söyleyebiliriz. Öyle ki Çinli Anneler kızlarının güzel dans
edebilmesi ve soylu erkeklerle evlenebilmesi için ayaklarını bebeklikten
sararak küçük olması için uğraştıkları bilinmektedir.
9.Roma ve Çin Etkileşimi
Çin ve Roma'nın ekonomik
ilişkilerinde ilk adım Çin'in ipeğini Akdeniz'e getirmesi ile başlamıştır. Roma
barışı döneminde Çin ipeği Batı’da yayılma alanı bulmuştu. Öyle ki Roma’da eğlencelerde giyilen Çin
ipeklerinin nereden geldiği konusunda farklı fikirler üretiyorlardı ancak
Çin’in varlığından bihaberlerdi. Lakin kısa süre sonra Hunların İpek Yolu'na
düzenlediği akınlar yüzünden Çin, Batı'daki müttefiklerini bırakmıştır. Yalnız
Çinli bir general olan Ban, bölgede kalarak Batı ile olan ilişkiyi korumuştur. Bu
dönemde Roma ile bir gemi alışverişi için görevlendirilen diplomat Partlar
tarafından Roma’ya ulaşmanın çok zor olduğuna ikna edilerek vazgeçirilirdi. Bir
süre sonra, Roma'da Marcus döneminde 166 yılında Basra’nın fethedilmesinden
sonra Roma ve Çin arasındaki ticaret daha da gelişmişti. Doğrudan bir iletişime
geçmek adına en ciddi gelişme bu dönemde yapılmıştır. Romalı tüccarlar deniz
yoluyla Vietnam'a çıkmış ve Çin'e ulaşmıştır. İki ülke arasında diplomatlar
aracılığı ile gerçek anlamda büyük bir etkileşim olmamıştır.[25]
Sonuç
Görüldüğü gibi Roma ve Çin medeniyeti aynı dönemde birbirine benzer şekilde büyük topraklara hükmetmiştir. Ancak aralarındaki tek fark elbette farklı coğrafyalarda hüküm sürmüş olmaları değildi. Yaşadıkları dönemde geliştirdikleri bazı fikirler ve çalışmalarla bugünkü Batı ve Doğu medeniyetlerinin kuruculuğunu üstlenmişlerdir. Yazımızın ismine Batı ve Doğu Medeniyetlerinin Banileri ismini koymamızın sebebi de tam olarak budur.
Umut Kaya
Ertuğrul Keskin
Batuhan Kalaycı
Emrecan Çakır
Oğuz Kök
Furkan Ünal
-Dipnotlar:
[1]http://www.thelatinlibrary.com/historians/narrative/romanhistory.html
[2]http://mrfreebird.webs.com/introductionpartiii.htm
[3]http://www.chinatravel.com/facts/emperor-of-china.htm
[4]http://www.ancientmilitary.com/ancient-china-government.htm
[5]http://www.forumromanum.org/history/morey07.html
[6]https://en.wikipedia.org/wiki/Plebeian_Council
[7]http://www.ancient.eu/Roman_Government/
[8]https://en.wikipedia.org/wiki/Roman_citizenship
[9] Callataÿ, François de (2005): "The Graeco-Roman
Economy in the Super Long-Run: Lead, Copper, and Shipwrecks", Journal
of Roman Archaeology, 18. Cilt , s. 361–372 (361–369); Hong, Sungmin;
Candelone, Jean-Pierre; Patterson, Clair C.; Boutron, Claude F. (1996): "History of Ancient
Copper Smelting Pollution During Roman and Medieval Times Recorded in Greenland
Ice", Science, 272.
Cilt , No. 5259, s. 246–249 (247, fig. 1 and 2; 248, table 1); Hong, Sungmin;
Candelone, Jean-Pierre; Patterson, Clair C.; Boutron, Claude F. (1994): "Greenland Ice Evidence
of Hemispheric Lead Pollution Two Millennia Ago by Greek and Roman
Civilizations", Science, 265.
Cilt , No. 5180, s. 1841–1843; Settle, Dorothy M.; Patterson, Clair C. (1980): "Lead in Albacore: Guide to Lead Pollution
in Americans", Science,207.
Cilt, No. 4436, s. 1167–1176 (1170f.)
[10] Wagner, Donald B.: "The State and the Iron
Industry in Han China", NIAS Publishing, Copenhagen 2001, ISBN
87-87062-77-1, s. 73, 85
[11] Craddock 2008, s. 108; Sim, Ridge 2002, s. 23; Healy
1978, s. 196
[12] Pliny the Elder: “The Natural
History”, 33.21, çev. John Bostock, http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus%3Atext%3A1999.02.0137%3Abook%3D33%3Achapter%3D21
[12]
https://en.wikiversity.org/wiki/Comparison_between_Roman_and_Han_Empires#Industry
[13] Scheidel,Walter (2008): “The monetary systems of the Han and
Roman empires”, s.27-30 ,http://www.princeton.edu/~pswpc/pdfs/scheidel/020803.pdf
[14] By Adhavoc (Own work) [CC BY-SA 3.0 (http://creativecommons.org/licenses/by-sa/3.0)],
via Wikimedia Commons
[15] By Adhavoc (Own work) [CC BY-SA 3.0 (http://creativecommons.org/licenses/by-sa/3.0)],
via Wikimedia Commons
[16]
http://www.chinaknowledge.de/History/Han/qin-econ.html
[17]
http://www.chinaknowledge.de/History/Han/han-econ.html
[18]
http://peopleof.oureverydaylife.com/economics-qin-dynasty-11245.html
[19]
http://en.unesco.org/silkroad/about-silk-road
[20]
By Jyusin (Own work) [CC BY-SA 3.0
(http://creativecommons.org/licenses/by-sa/3.0) or GFDL
(http://www.gnu.org/copyleft/fdl.html)], via Wikimedia Commons
[21] Scheidel,Walter (2008): “The monetary systems of the Han and
Roman empires”, s. 9 ,http://www.princeton.edu/~pswpc/pdfs/scheidel/020803.pdf
[22] http://tarihdeniz.blogspot.com.tr/2009/06/roma-imparatorlugunun-hristiyanlasmas_01.html
[23] http://www.dunyadinleri.com/taoizm.html
[24] http://ancientromancontribution.weebly.com/ancient-roman-astronomy.html
[25]http://www.chinaandrome.org/English/essays/contact.htm
Yararlanılan Diğer Kaynaklar
-
Çördük, Abdullah , Yunan ve Roma Mimarisindeki Yapı Teknikleri, Yüksek Lisans
Tezi, sf. 37-41,67-72, İzmir, 2006
-
Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları,
İstanbul 2005.
-
Richard Bulliet,
The
Earth and Its Peoples: A Global History 5th Edition
-
http://www.bbc.co.uk/schools/primaryhistory/romans/the_roman_army/
Ellerinize emeğinize sağlık güzel ve çok yararlı bir yazı olmuş, tek çırpıda keyifle ilgiyle okuyup bitirdim. :) Çalışmalarınızın devamını bekliyorum, kolay gelsin!
YanıtlaSilYazı üzerinde rahat 5 günlük emek olduğu belli. Güzel olmuş, ve çok akıcı olmuş emeğinize sağlık.
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, çok güzel duruyor. Tw 화이팅!
YanıtlaSilçok iyi bir yazı emeğine sağlık..
YanıtlaSilBilgilendirici, can sıkmayan, güzel bir yazı olmuş. Devamını bekliyoruz.
YanıtlaSilResimler, akıcılık, yalınlık ve sadeliği ile güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilMuazzam bir yazı olmuş. Tarihçiler grubundan selamlar.
YanıtlaSilÇeşitli kaynaklarla harika bir yazı ortaya atmışsınız. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSil