17 Nisan 2017 Pazartesi

Kanuni Dönemi Osmanlı-Habsburg İlişkilerinde Macaristan


Kanuni Dönemi Osmanlı-Habsburg İlişkilerinde Macaristan
“Eğer def olunmaz ise bu beliyye
Ne İznik kala ne Kostantiniyye”
ÖZET

          Bu çalışma tamamen Osmanlı-Macaristan-Habsburglar üçlüsü üzerine yapılmıştır. Çalışmamda önce Macarların kim oldukları ve Avrupa’ya gelişlerini ardından Osmanlı-Macaristan ilişkilerinin nasıl başladığın, nasıl ilerlediğine, özellikle ana konunun Osmanlı-Habsburg Mücadelesinde Macaristan’ın konumu ve önemine, Osmanlıların uyguladığı politikalara değineceğim. Ancak bu çalışma sadece Kanuni dönemiyle sınırlı kalacak zira sadece Kanuni dönemi Osmanlı-Macaristan-Habsburglar üçlüsünü başlatan dönemdir. Bu çalışmada şunu fark edeceksiniz, Osmanlı İmparatorluğu 46 sene içinde kendi çöküşünü hazırladı. Bunu dememin sebebi Osmanlı Devleti 46 sene içerisinde Kanuni’nin bizzat katıldığı 13 seferin çoğu Osmanlı Devletini büyük bir ekonomik krize sokmuştur. Sadece katıldığı 9 seferi Avrupa üzerinedir. Başarılı olsa dahi bu yapmış olduğu sürekli savaşlar uzun vadede Osmanlı Devletinin ekonomisini baltalamıştır. Unutmadan şunu da ekleyeyim; bu çalışmayı yaparken yararlandığım bazı kaynaklar şunlardır: Pal Fodor (Macaristan’a Yönelik Osmanlı Siyaseti, 1520-1541), Pal Fodor (İmparatorluk Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı), GaborAgoston (Osmanlı’da Ateşli Silahlar Ve Askeri Devrim Tartışmaları), GaborAgoston (Osmanlı’da Strateji ve Askeri Güç), GaborAgoston (Osmanlı’da Savaş ve Serhad), NicolaeJorga (Osmanlı İmparatorluğu Tarihi), Geza David (16. Yüzyılda Simontornya Sancağı), FerencEckhart, İbrahim Kafesoğlu-Çeviren- (Macaristan Tarihi). Bazılarından alıntılar yaparak yaptım bu çalışmayı. Bu çalışmayı okurken umarım sıkılmazsınız.



I.

Macarlar
Macarlar Kimdir?
            Fin-Ugor kökenli ve dilli bir halk ve anayurtları Macar geleneğinde Manga Hungaria denilen Volga Nehri ile Ural Dağları arasındaki topraklar olan Macarlar, V. Yüzyılda anayurtlarından göçerek Kuzey Kafkasya ile Don ve Volga nehirleri arasına yerleştiler. VII-IX. Yüzyıllarda Hazar Hakanlığı yönetiminde yaşayan ve bir Türk kavmi olan Onogurlarla karışan Macarlar, bu yüzyıllarda kaleme alınan Bizans, Ermeni ve İslam tarihlerinde Türk diye adlandırıldılar. Esasında Macarlar, tek bir kavim değil çoklu kavimlerin birbirleriyle kaynaşarak oluşturdukları melez bir kavimdir. Ancak bu çoklu kavimler farklı milletlerin kavimleri değil sadece Türk milletinin kavimleridir.

Macarların Avrupa’ya Gelişi ve Macaristan Krallığı
            Macarlar, IX. Yüzyılın son çeyreğinde Peçeneklerin baskısı ve Bizans’ın teşviki ile Árpád Hanedanı önderliğinde bugünkü Macaristan topraklarına göç etmişlerdir. Karpat havzasının ormanlarında tarımla uğraşan Slavlara üstünlük kurarak, Erdel olarak adlandırdıkları topraklara hâkim oldular. Macarlar, 955 yılına kadar sürekli seferler düzenleyerek topraklarını genişlettiler. Yaptıkları bu akınlar zaman zaman İstanbul önlerinde ciddi korkulara sebebiyet veriyordu. Ancak Macarların bu ilerleyişi Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Otto (936-973) karşısında 955’te Lechfeld’de yenilgiye uğrayarak Batı’ya olan ilerlemeleri durdu.
            Macaristan Krallığı, Kutsal Roma Germen İmparatoru II. Otto’ya elçi göndererek Hıristiyanlığı kabul eden Macarların Başbuğu Árpád hanedanından Geza’nın oğlu I. Istvan’ın, Papa ıı. Sylvester’in gönderdiği krallık tacını 1 Ocak 1001 tarihinde başkent Estergon’da giymesi ile hem Macarlar Hıristiyanlığa geçti hem de Büyük Macaristan Krallığı kuruldu. Árpádlar XIII. Yüzyılda devleti doğal sınırlarına ulaştırdılar. Macaristan’ın Osmanlı Fethi öncesindeki sınırları, bugünkü Macaristan, Slovakya, Hırvatistan ve Slovenya ile bugünkü Sırbistan ve Romanya arasında bölüşülen Banat, bugün Romanya’da kalan Transilvanya ve Ukrayna’da kalan Ruthenya bölgelerini içine alıyordu.

Macarların Osmanlılarla Tanışması ve Sonun Başlangıcı
            Macarların temel politikası toprak bütünlüğünü korumak mümkün olursa topraklarını kuzey yönünde genişletmekti. Ancak Osmanlıların 1354’te Rumeli’ye geçmesi ve 1358 yılında Edirne’nin fethedilmesinin ardından bu politikadan vazgeçilip, ülke topraklarını güneye ve doğuya yaymak ve Osmanlıların batıya ilerleyişlerini önceden durdurmak için asıl Macaristan’ın önüne bir savunma hattı oluşturmak amacıyla Osmanlılara karşı 1365 baharında sefere çıkan I. Lajos, Temmuz başlarında Vidin’i ele geçirerek Bulgar Banlığı’nı kurdu ve bölgede kontrolü sağlamaya çalıştı. Balkanlarda hızla ilerleyen Osmanlılara bir türlü istenilen savunmayı yapamayan I. Lajos, bir Haçlı Seferi düzenlemek istediyse de bir sonuç elde edemedi. Sultan I. Murad’ın,  Sırplar ve Boşnaklardan oluşan bir orduyu I. Kosova Savaşı’nda mağlup ettikten sonra, Osmanlılara Macaristan Krallığı’ndan başka, Tuna’nın güneyindeki balkan topraklarında karşı koyacak bir güç kalmamıştı.

Osmanlılara Karşı Haçlı Seferlerini Düzenleyen Macaristan
            Osmanlıların 1393-1396 arasında bir taraftan Adriyatik Denizi ve Mora Yarım Adası, diğer taraftan Tuna Nehri kıyılarına ulaşması üzerine Macaristan ve Venedik, Osmanlı tehdidine karşı harekete geçerek Papa IX. Boniface’nin de desteğiyle, Batı Hıristiyan dünyasını bir Haçlı Seferi düzenlemek için ikna ettiler. Macaristan Kralı Zsigmond 130.000 kişilik bu Haçlı ordusuna komuta ediyordu. Bu ordunun gücünü ve büyüklüğünü “Gökyüzü çökse mızraklarımızın ucunda tutacağız” cümlesiyle belirtiyordu.  Lakin bu haçlı seferi Sultan I. Bayezid komutasındaki Osmanlı ordusu karşısında Niğbolu’da büyük bir hezimete uğradılar.
            Erdel Voyvodası Janos Hunaydı komutasındaki Macar ordusu, Vidin Sancakbeyi Mezid Bey emrindeki akıncıları 22 Mart 1442’de, Rumeli Beylerbeyi Hadım Şehabeddin Paşa’nın emrindeki akıncıları da 6 Eylül 1442’de Vasak’ta yendi. Bu iki galibiyet, Papa IV. Eugene’in girişimi ile Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir Haçlı Seferi düzenlenmesine sebep oldu. Yapılan bu seferde kısmi bir başarı sağlandı ve Osmanlı Devleti Sırbistan’ı boşaltmak zorunda kaldı. Aynı zamanda Macaristan ile 14 Haziran 1444’te on yıl süreli Segedin Barış Anlaşması imzalandı. Ancak Papa IV. Eugene’in, temsilcisi Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla gönderdiği “Müslüman’a verilen söz muteber değildir” fetvası üzerine savaş yeniden başladı ve önce Varna’da sonra da 1445’ Kosova’da büyük bir bozguna uğradılar ve Kanuni dönemine kadar bir daha asla Haçlı Zihniyeti oluşmadı.

Belgrad’ın Önemi
            Osmanlı Devleti, Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemek için Macaristan’ın saf dışı bırakılması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bunun için de Belgrad Kalesi’ni alması gerektiğini çok iyi kavramıştı. Zira Belgrad, hem lojistik hem de stratejik konum açısından çok önemliydi. Bu amaç doğrultusunda ilk çalışmalar Sultan II. Murad zamanında başlamıştı. Sultan II. Murad’ın emriyle 1440’ta şehri altı ay kuşatan Evrenosoğlu Ali Bey başarılı olamadı Bu başarısızlığın ardından Osmanlılar büyük sarsıntı geçirdi. İkinci girişim Kostantiniyye Fatihi, Sultan II. Mehmed zamanında olmuştu. Sultan II. Mehmed komutasındaki 70.000 kişilik Osmanlı ordusu, 4 Temmuz 1456’da Macaristan’ın kilidi Belgrad’ı kuşattı. Kuşatma sadece karadan değil aynı zamanda nehirden de devam ediyordu. Osmanlı nehir donanması, 14 Temmuz 1456’da Macar donanmasına yenildi. Janos Hunaydı komutasındaki Macar ordusu, aynı gün Belgrad’a ulaştı ve 21 Temmuz’da Sultana bir meydan muharebesi teklif etti. Kendisine çok güvenen Fatih teklifi kabul edip 22 Temmuz’da Janos Hunaydı karşısına çıktı. Bu meydan muharebesinde Fatih çok büyük bir yenilgi alarak mağlup oldu. Aynı gün Fatih var gücüyle kaleye saldırdı ancak bunda da bir başarı elde edemedi ve geri çekilmek zorunda kaldı. Bu başarısızlık Osmanlıları derinden sarstı ve bu mağlubiyeti müteakip 65 yıl boyunca Macaristan üzerine sefere çıkılmadı ancak Osmanlı akıncılarının akınları devam etti. Bu esnada Osmanlılar üçüncü kez 1492 tarihinde Belgrad’ı kuşattılar ancak bu da sonuçsuz kaldı ve geri çekililer.



Barış Çağı
            Sultan II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemleri, Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında barış çağıdır. Macaristan Kralı Matyas Korvin’in elçileri, 1483’ beş yıl süreli bir barış anlaşması imzaladılar. Macar elçileri, 1485’de yeniden sultanın huzuruna çıktılar. Bir Osmanlı elçisi, 1487’de Buda’ya gelerek Matyas Korvin ile görüştü. Osmanlı-Macar barışı Macaristan’a gönderilen Osmanlı elçileri vasıtasıyla Nisan 1495 ve 1498’de üçer yıllık sürelerle uzatıldı. Şah İsmail’in yükselmesi ve kazandığı başarılar sebebiyle dikkatini doğuya çeviren Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında 1503’te Buda’da yeni bir barış anlaşması imzalandı. Yavuz Sultan Selim tahta geçtikten sonra Macaristan, yeniden bir barış talebi üzerine Osmanlı Devleti ile Mayıs 1513’te yeniden bir anlaşma imzalandı. Aynı barış Mart 1519’da üç yıl uzatıldı.
            Kanuni Sultan Süleyman tahta geçtikten sonra cülusunu bildirmek, barışı uzatmak ve Macaristan’ın ödemediği vergilerin ödenmesini istemek üzere bir heyet gönderil. Ancak heyet hakarete uğrayıp Behram Çavuş’un şehid edilmesi üzerine Osmanlı siyasetini tamamen değiştirdi.


II.

Kanuni Dönemi
“Çadırlar toplansın tuğlar dilkilsin
Tehlilsadaları arşa yükselsin
Sancak başa geçsin tekbir çekilsin
Uzanalım yine Macar eline”
-XVI. yüzyıl akıncı türküsü-

Kanuni Dönemi Osmanlı’nın Macaristan Siyaseti
            Kanuni dönemine kadar Osmanlıların esas siyaseti Macaristan’ı zayıflatmak ve topraklarını korumaktı. Bunun sebebi ise Macarlar sürekli Osmanlı üzerine hem Haçlı Seferi düzenlemesi, hem de Macarların Osmanlı’ya karşı güçlü bir direniş göstermelerinden kaynaklanmasıdır. Ancak sonrasında Osmanlı devletinin genişleyen sınırları ve Macaristan’a sınır komşusu olmaları üzerine Osmanlı devleti, genişleme siyaseti doğrultusunda gözünü Macaristan topraklarına dikti. Bunun için Macaristan’ın anahtarı Belgrad’ı alma konusunu çok iyi biliyordu.Sefer hazırlıklarına başladı 1521 tarihinde Belgrad önlerine geldi ve şehri kuşatmaya başladı. Burada kuşatmayı kazanmasının en önemli sebebi Atalarının yapmış olduğu hataları yapmamış olmasıydı. Kanuni esasında tahta çıktığında ilk hedefi Belgrad’ı alır almaz Macaristan’ı ele geçirmekti. Ancak bazı Osmanlı devlet erkânları Kanuni’nin henüz askeri yeteneğinin tam olgunlaşmaması hem de bazı iç sebeplerden dolayı bu seferden vazgeçildi.
                        Kanuni Sultan Süleyman’ın, 29 Ağustos 1521’de Macaristan’ın kilidi sayılan Belgrad’ı fethetmesi ile Osmanlı Devleti ve Habsburg İmparatorluğu arasında, Macaristan İmparatorluğu uğruna yapılan ve iki yüzyıla yakın devam eden mücadele dönemi başladı. Osmanlı Devleti ile Habsburg İmparatorluğu arasındaki bu mücadele, dört devreye ayrılabilir.
            Birinci devreyi, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521-1566 yılları arasındaki Macaristan fütuhatı oluşturur. İkinci devreyi çeyrek yüzyıllık bir barış zamanından sonra yaşana, çoğu Macar tarihçilerin Uzun Savaş dedikleri 1593-1606 arasındaki savaş oluşturur.
            Osmanlı Devleti’nde çıkan isyanlar, ihtilaller, yaşanan saltanat değişiklikleri ve doğuda Safevilerle yapılan savaşlar yüzünden, Köprülüler dönemine kadar yarım yüzyıl devam eden barış zamanında, küçük sınır çatışmaları dışında Macaristan topraklarında savaş olmadı. Erdel meselesinden kaynaklanan 1658-1664 arasındaki savaşlar, üçüncü devreyi teşkil eder.
            İlk defa Ahmet Refik’in kullandığı tabirle Türk tarihçiliğinde Felaket Seneleri, Macar tarihçiliğinde Kurtuluş Savaşları denilen, 1683’te II. Viyana Seferi ile başlayarak, 1699 yılında Karlofça Antlaşması ile biten savaşlar ve Osmanlıların Macaristan’daki son topraklarını kaybettiği 1716-1718 arasındaki Osmanlı-Habsburg savaşları, Macaristan’ın Osmanlı idaresinden çıktığı dördüncü devreyi oluşturur.
            Bu çalışmada biz birinci evreyi inceleyeceğiz. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum, bu çalışmaya başlarken tek bir soru ile başladım. “Kanuni neden bu Macaristan’ı bu kadar çok istiyor? Kulağa çok basit bir soru gibi gelse de aslında çok önemli ve geniş bir soruydu. Bu soruyu üniversitedeki hocama sormuştum ve bana kendisi “Osmanlı bir imparatorluk ve imparatorluklar toprak ister” diye bir cevap verip beni göndermişti ama durumun sadece toprak ele geçirmekten ibaret olmadığına inanıyordum. Tamam, Sultan Süleymangenişlemek istiyor bunun içinde toprak istiyor bu kabulüm ama Mohaç’tan bir sene sonra Macar kralı Janos’un elçisi Laski’nin içinde Lehistan’ın da olduğu bir üçlü ittifak gibi bir teklifin reddedilmesi, durumun sadece bir toprak kazanmaktan ibaret olmadığına bir delildir. Zira Osmanlı bu teklifi reddederek aslında uzun vadeli bir planının olduğunu göstermiştir. Konuya farklı bir bakış açısıyla bakarak şöyle bir soru sormak daha mantıklı olacaktır “Madem Osmanlı bu teklifi reddetti o halde neden Lehistan’a değil de Macaristan’a saldırdı?” bu soruya cevap verebilmek için o dönemki Macaristan’ın hem jeopolitik konumuna hem de coğrafi özelliklerine bakmak gerekir. O dönemde Macaristan Krallığı’nı bir nevi günümüz Türkiye’sine benzetebiliriz. O dönemde Macaristan, Avrupa ile Osmanlı arasında tampon bölge konumundaydı. Yani burayı alırsan Avrupa’nın içlerine kadar girebilirsin. Peki, coğrafi özelliği nedir buranın? Öncelikle Macaristan’ın bulunduğu bölgede herhangi bir maden yok var olanlar çok az, ne alaka diye soracak olursanız Osmanlı Devleti XIII. Yüzyılın ikinci yarısından beri ateşli silahlar kullanmaya başladı bunun doğrultusunda bu ateşli silahlar için bir takım madenler gereklidir örneğin güherçile(potasyum nitrat) ve kükürt gibi. Ancak Macaristan’da bu tip madenler olmadığı için bu sefer bölgenin iklimini, bitki örtüsünü ve geçim kaynağını incelemeye başladım ve şunu fark ettim, bol miktarda tarım arazileri (çoğu verimli) ve bol miktarda orman. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanıyor. Buradan hareketle Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeyi ele geçirdiği zaman burayı lojistik bir merkez konumuna getirip batıdaki ilerlemesine devam etmeyi hedefliyordu. Zira Osmanlı Devleti Kanuni dönemine kadar batıda artık doğal sınırlarına ulaşmıştı yani ordunun ilerleyebileceği harekât çapı artık son haddine ulaşmıştı ve devletin feth edeceği diğer bölgeler bu harekât çapının dışında kalıyordu. Bu harekât çapının dışına çıkıldığında hem orduda psikolojik sorunlar oluşacaktı hem de ordu lojistik sıkıntı çekecektir ki biz bunu I. Viyana Kuşatmasında çok iyi görebiliyoruz. Bu sorunu çözmek ve Avrupa içlerine kadar ilerlemek için Macaristan’ın alınıp bu bölgeyi bir lojistik üs olarak kullanmanın daha faydalı olacağını Osmanlılar çok iyi kavramıştı.
            Osmanlı Devleti’nin Batı üzerine yaptığı savaşlar genellikle stratejik konuma sahip bölgelere olmuştur. Belgrad, Budin Seferi, Edirne’nin alınması gibi. Tabi sadece bunu Batı için söyleyemeyiz Doğu’ya yaptığı seferler için de aynısını diyebiliriz ama her sefer için bunu diyemeyiz. Doğu’ya yaptığı seferler genellikle tedbir amaçlıdır örneğin, Fatih döneminde Akkoyunlular ile yapılan savaşın veya Safeviler ile yapılan savaşın tamamen tedbir için olduğunu söyleyebiliriz. Zira iki devlet Osmanlı topraklarına girip bu bölgede Şiiliği yaymaya çalışmışlardır. Batı’ya düzenlendiği kadar Doğu’ya çok sık sefer düzenlenilmemiştir çünkü Doğu’da bulunan devletler her ne kadar düşman olsa bile Müslüman oldukları için çok fazla sefer yapılmamıştır. Bunu Yavuz Sultan Selim zamanında çok rahat görebiliriz. Kendisi hayatı boyunca sürekli savaş yapmıştır ve yaptığı bu savaşlar sonucunda ordu içinde büyük huzursuzluklar baş göstermiştir. Yaptığı her savaş Müslüman devletler üzerine olduğu için ordu bu durumdan hoşnutsuz kalmıştır. Ordu, başta yeniçeriler olmak üzere devlet erkânı dâhil herkes tahta geni çıkan genç padişahtan kefere üzerine sefer düzenlemeyi çok fazla arzu etmişti. Ancak genç padişah babasının vasiyetini gerçekleştirmek için doğuya bir sefer düzenlemeyi kafasına koymuştu. Bunun için Macaristan Krallığı’na 1513 barışını uzatmak için bir elçi heyeti gönderilmiştir. Sultanın planı batı sınırını güvene almak ve yükselen doğu tehdidini önlemekti. Lakin Macaristan’a gönderilen elçi heyetinin hakarete uğraması ve Macar kralı II. Lajos’un gecikmiş vergiyi ödememesi üzerine batıya sefer düzenleme fikri daha ağır basmıştı zira hem ordu uzun süredir kefere üzerine sefere çıkmamıştı hem de batıda yükselen başka bir güç vardı. Habsburglar uzun süredir Avrupa’da üstün bir konuma sahipti fakat asıl yükselişleri İspanya Kralı V. Karl (Şarlken)’in Kutsal Roma-Germen İmparatoru olması üzerine iyice yükseldiler. Onun amacı Avrupa’da bulunan tüm devletleri tek bir çatı altında toplayarak eski Roma İmparatorluğu’nu canlandırmaktı. Bunun için her türlü yolu uyguluyordu (evlilikler, uzun savaşlar vb.) Avrupalı devletlerde o dönemde evlilikler yoluyla akrabalık kurma âdeti çok yaygındı ki bu Osmanlıları uzun bir süre uğraştırmıştır. Zira Macaristan sürekli gizli veya açık bir şekilde Habsburglar’la evlilikler kurup veyahut ikili antlaşmalar yapıp bir nevi kendini korumaya alıyordu.
            Gelgelelim Osmanlıların bu durumda neler yaptıklarına bir bakalım. Aslında çok basit geniş istihbarat ağı sayesinde Osmanlı bu tür durumlarda alelacele Macaristan üzerine bir sefer düzenleyip (kendilerince) bu durumu düzeltmeye çalışıyorlardı. Bu da hem orduyu çok fazla yıpratıyordu hem de ekonomiyi ciddi anlamda zedeliyordu. 1524 yılında artık Macaristan üzerine bir sefer düzenlenme kararı alındı ve sefer hazırlıkları yapıldı. Sefer hazırlıkları tam iki sene sürmüştür zira olası bir olumsuzlukları en aza indirmeyi hedeflenmiştir. Bunun için Anadolu’ya bir birlik bırakılmıştır ki olası bir Safevi tehlikesi önlenebilesin diye. Ardından halktan özellikle balkanlarda yüklü miktarda vergi ve lojistik imkânlar toplanmıştır. Son olarak da ordudaki asker sayısı arttırılmak istenmiş ve yeniçeri ocağındaki gençleri de orduya katmışlardır (daha sonradan ileride bu durum orduda asker sayısında ciddi anlamda sıkıntılar yaratmış ve dışarıdan ocağa alımlar başlanmıştır). Yavuz Sultan Selim döneminde Yeniçeri ocağındaki aktif yeniçeri sayısı 12.000 civarında iken bu sayı Sultan Süleyman’ın cülusu sırasında 8-9 bin civarına kadar inmiş, 1524 yılında bu sayı 10 bine tekrar çıkmış en nihayetinde ise 1526 yılında 16-17 bin civarına kadar çıkmıştır. Bu sayı sadece merkezde faal bulunan askerlerden ibarettir. Osmanlı ordusu 100 bin civarında bir ordu toparlamasında Balkanlar’da bulunan hem yeniçerilerin hem de diğer askeri birliklerin de orduya dâhil olduğunu da belirtirsek bu rakam hiç de uçuk bir rakam olmaz.
Mohaç Zaferi ve Budin’in Fethi
“Şah Süleyman-ı zaman ve Hazret-i Hakan-ı Rum
Çekti asker heybetiyle kafirin aldı ödin
Engürüs’ün tahtın aldı katib-i takdir-i Hak
Yazdı tarihin anın feth-i kral u hem Budin”

29 Ağustos 1526 ta kazanılan Mohaç zaferi aslında bakılırsa hem Osmanlı’yı hem de tüm Avrupa’yı müthiş şekilde şaşırtmıştır. Meseleye Osmanlı tarafından bakıldığında Osmanlı bu kadar kısa sürede bir zafer kazanmayı beklemiyordu aynı zamanda Mohaç kazanıldıktan sonra bölge tamamen Osmanlı’ya kalmıştı ki Osmanlı bunu da hesaba katmamıştı. Bunun üzerine Budin’e gelen Kanuni burada on üç gün konaklamış ve ani bir şekilde İstanbul’a geri dönmüştür. Mohaç savaşı sırasında II. Lajos’un vefat etmesi üzerine toplanan Macar Dieti (Asiller Meclisi)10 Kasım 1526’da Janos Szapolyai’yi Macaristan Kralı seçti ve bu kararı Osmanlı yönetimi de onayladı (Szapolyai’yi Osmanlı yanlısı bir tavır sergilediğinden dolayı bu kararı onayladı). Kararı kabul etmeyen bazı Macar asillerin oluşturduğu bir başka diet ise bir ay sonra toplanarak Avusturya ve Bohemya Kralı Ferdinand’ı Macaristan Kralı seçti. Toplanan bu ikinci dietin üyelerinin haklı bir gerekçesi vardı zira Janos Szapolyai’yi hem Osmanlı yanlısı bir tavır sergilemesi hem de Mohaç’tan önce Ferdinand’ın Macaristan Kralı ile bir akrabalık kurup II. Lajos ile anlaşma yapmış olmasıydı. Anlaşmaya göre II. Lajos’un ardıl bırakamaması durumunda Macaristan toprakları ve krallığı Ferdinand’ın eline geçecekti.
Osmanlı orduları geri çekildikten sonra ağabeyinin de desteğini alarak Budin'i ele geçirdi. Bu durum üzerinde Janos Szapolyai’yi Osmanlı’dan yardım istedi ve bu durum da doğrudan bir Osmanlı-Habsburg mücadelesine sürükledi. Sultan Süleyman bu durum üzerine doğrunda Habsburgların kalbi sayılan Viyana’ya yürümeyi hedeflemişti. Bazı Osmanlı devlet erkânları bu duruma şiddetle karşı çıkıp seferin felaketle sonuçlanabileceği bunu önlemek için de kademe kademe Habsburglar’la mücadele edilmesini teklif ettilerse de Sultan Süleyman kılıç zoruyla aldığı toprağın korunması için böyle bir gücün def edilmesini ısrarla savunuyordu. Budin ’in geri alınması, Habsburglar’a büyük darbe vurup onları zayıflatmak ve sınırlarını güvence altına almak adına sefer kararı alındı. Bu sefer için bazı siyasi önlemler alınmıştır. Sadrazam İbrahim Paşa, evvela I. Fransuva’nın gönlünü hoş tutmak gerektiğini biliyordu bunun için de 1528 Eylül’ünde İskenderiye’deki Fransız konsolosuna yollanan bir name-i hümayunla Fransız ve Katalan tacirlerin Akdeniz’deki imtiyazları (1513’te Memlukler tarafından verilmişti) tasdik edildi. İkinci olarak aynı yılın Ekim ayında Kral Sigismund’la üç yıllık bir ateşkes imzalanarak Leh kuvvetlerinin Habsburgların yardımına koşması ihtimali bertaraf edildi. 10 Mayıs 1529 yılında İstanbul’dan ayrılan Osmanlı ordusu Eylül ayında Budin üzerine geldi ve 8 Eylül’de Budin kalesini ele geçirdi. Kış artık çoktan gelmişti Orta Avrupa coğrafyasında iklim sert geçiyordu her şeye rağmen 12 Eylül’de Budin’den ayrılarak Viyana’ya yürüdü ve 27 Eylül’de Viyana önlerine geldi ve şehri kuşatmaya başladı, on yedi gün boyunca kuşatılan şehir bir türlü alınamamıştı. Geciken lojistik destek (Janos’un, benim bakış açıma göre bunda etkisi çok fazla), bilinmeyen bir coğrafyada sert geçen bir kış ve alınan istihbaratlara göre Viyana’ya yaklaşık yüz kilometre uzaklıkta büyük bir Alman ordusunun toparlandığı haberi üzerine Kanuni kuşatmayı kaldırma emrini verdi ve geri çekildi.
Bu başarısızlık Osmanlı devletini ciddi anlamda derinden etkilemiş özellikle Sultan Süleyman’ı çok derinden etkilemiş ki batıya yaptığı seferlerin dört tanesi Viyana hedeflenerek düzenletilmiştir. Aşağıda Kanuni’nin bizzat katıldığı seferlerin listesi bulunmaktadır:

Sefer Seneleri
Sefer İstikametleri/Alınan Yerler
1.      1521
Belgrad
2.      1522-1523
Rodos
3.      1526
Mohaç
4.      1529
Viyana (I. Viyana Kuşatması)
5.      1532
Viyana (Alaman Seferi)/Güns Kalesi
6.      1534-1535
Irakeyn Seferi
7.      1537
Roma (Avlonya)
8.      1538
Boğdan
9.      1541
Budin
10. 1543
Viyana/Estergon, İstolni Belgrad
11. 1548-1549
İran/Tebriz
12. 1553-1555
İran/Nahcivan
13. 1566
Viyana/Zigetvar

Görüldüğü üzere Viyana üzerine toplam dört adet sefer bulunmaktadır ve bu seferlerin hepsi başarısız olmuştur. Bu seferler doğrultusunda ele geçirilen bazı irili ufaklı kaleler dışında başarı bulunmamaktadır. Yapılan seferler hem orduyu yıpratmış hem de devlet ekonomisini iyice zedelemiştir. Bu durumu o dönemlerde fark etmek elbette zordu çünkü Süleyman’ın babası Selim hazineyi ağzına kadar doldurmuştu ancak Süleyman’ın bu yaptığı gelişi güzel seferler kendinden sonraki dönemlerde devleti ciddi anlamda zayıflatmıştır. Bunu şöyle bir hadiseyle izah edeyim. I. Viyana kuşatması sırasında Süleyman askerin hevesini kırmamak gayesi ile her askere teşvik primleri verilmiş, sadece kuşatma sırasında askerin maaşına zam yapılmış, bazı askerlere timar arazisi dahi verilmiştir. Buradan yola çıkarak her bir seferde askeri teşvik etmek için primler verilmiştir bir de buna üst üste kazanılan zaferleri de eklersek hazine feci şekilde boşalma evresine gelmiştir. Çünkü her kazanılan seferde Kanuni askerin maaşına zam yapıyordu bu da asker içerisinde bazı değişikliklerin olmasına sebebiyet vermiştir. Bu değişiklik askerin “fetihe ve devlete hizmet etmek algısından “fetih için fetih, kazanç için savaş” algısı doğrultusunda olmuştur. Bu durum da ileri de ordu yapısının tamamen bozulmasına sebebiyet vermişti.
            Yapılan seferlerde kazanımlar varmış gibi gözükse de uzun vadeye baktığımız da bu durumu hiç te öyle olmadığını gayet iyi görebiliyoruz. Zira Süleyman’ın aklında belirli bir politika yoktu adeta doğaçlama politikalar yürütüyordu. Kendisi, dünyaya en büyük ve en güçlü hükümdar olduğunu göstermek gayesi ile savaşıyordu. Sadece tek bir cephede değil dört bir cephede savaşıyordu ve hepsinde de aynı anda savaşıyordu. Bu cepheler, dedesinin başlattığı babasının hız verdiği İran cephesi ilk cepheyi, Ümit Burnu’nu aşıp Hindistan’a kadar ulaşan Portekizlilere karşı Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda yapılan mücadeleler ikinci cepheyi, Akdeniz’e egemen olmak ve Akdeniz’deki ticareti tamamen kontrol altına almak amacıyla verilen mücadeleler üçüncü cepheyi ve en nihayetinde Osmanlıların, Habsburglar’la daha doğrusu Habsburgların Avusturya kolu ile yaptıkları Macaristan uğruna yapılan mücadele dördüncü cepheyi oluşturur. Bu durum haliyle Osmanlı ekonomisini ciddi anlamda zedelemiştir.
            Peki, Osmanlı Macaristan’ı nasıl idare etmiştir? Bu konu 1526 Mohaç zaferinden sonra bu konu Osmanlı devlet erkânları tarafından uzun uzadıya tartışılmıştır, bazı devlet erkânları Osmanlıya bağlı vassal bir Macaristan kurmak düşüncesine sahipti, bazı Osmanlı yöneticileri ise Macaristan’ı doğrudan Osmanlı topraklarına katma düşüncesine sahipti. Nitekim Kanuni ikinci düşünceye daha çok katılıyordu zira kendisi Macaristan’ı kılıç yolu ile almıştı ve Macaristan kılıç hakkı doğrultusunda onun toprağıydı. Ama gelgelelim bu konular tartışılırken bir takım olaylar cereyan ettiğinden Kanuni bu fikrini 1541 yılına kadar gerçekleştiremedi.
            Bu çalışmayı yaparken okuduğum çoğu kaynakta tarihçiler Kanuni’nin Macaristan politikası konusunda bir ihtilafa düşmüştü. Bir kısım Osmanlı’nın başlangıçtan itibaren Macaristan’ı ilhak etmeyi hedeflediğini ancak oluşan bazı sorunlardan dolayı bu hedefin gerçekleşemediğini savunurlar. Bir kısım ise Süleyman’ın başlangıçta Macaristan’ı fethetmeyi değil, Eflak ve Boğdan örneğindeki vassallik statüsünü vermeyi istediğini, ancak daha sonra gelişen olayların onu, ilk telakkisini değiştirmeye zorladığını iddia ederler. Bu durumda olayların ekseriyeti, 1526 sonrasının siyasi ve askeri olayların (defalarca Budin’in zabtedilmesi ve geri verilmesi, Janos’un Macar krallığının tanınması) temel bazı nedenlere atfederek anlamlı süreçler olarak değerlendirir. Bu kısımdaki tarihçilere göre Osmanlı Macaristan’ı fethetmiş olabilir ama doğrudan topraklarına katamazlardı zira Macaristan Krallığı’nın coğrafyasını düşündüğümüzde neden doğrudan topraklarına katmayı düşünmediğini çok iyi anlayabiliriz. Aynı zamanda Osmanlı’nın geleneksel bir politikası vardı bu politikayı geniş toprakları adım adım ve tedrici bir şekilde topraklarına katmaktı. Bu onların kendi politikalarıydı. Bunun için Kanuni, Macaristan’ı Habsburglar arasında tampon bir bölge olarak, Macaristan’ı vassal bir devlet şeklinde kullanmaya başladılar. Kurulacak bu vassal devletin yöneticileri aynı zamanda Osmanlı yanlısı olması gerekiyordu. Bunun için de 10 Kasım 1526 tarihinde Macar dietinde seçilen Janos Szazpolyai’nin krallığını onayladılar. Zira kendisi Mohaç savaşı öncesinde Osmanlılar ile çoktan görüşmelere başlamış, Mohaç’ta II. Lajos’un onu çağırmasına rağmen savaş meydanına gelmeyip savaşın bitmesini beklemiş, savaş biter bitmez Osmanlı ordugâhına gelip Sultana bağlılığını sunmuştur. Daha sonra Zapolya, Osmanlı kontrolünde Macaristan Krallığı’nı idare etmiştir.
            Zapolya’nın Osmanlı’ya ihtiyacı olduğu kadar aynı zamanda Osmanlı’nın da Zapolya’ya bir o kadar ihtiyaç duyuyordu. Osmanlı idaresi üç sebeple ihtiyaç duyuyordu: Osmanlı ordusunungelişine kadar ülkeyi bölünmüş halde tutmak; Osmanlı askerlerinin hedeflerine yürüdüğü günlerde Macar illerinde dostça bir ortam sağlamak; Macar topraklarının Osmanlı savaşçılarının ihtiyaç duyduğu erzakı temin edeceğinden emin olmak (bu kısım özellikle çok önemlidir zira ordunun iaşe ve ikmali en önemli husustu; çünkü sefer kuvvetleri o zamana değin hiç olmadığı kadar uzak bir menzile yollanacaktı. Burada şu sonuca bir kez daha varıyoruz Osmanlı Macaristan’ı tamamen lojistik bir bölge olarak görüyordu. Gerçi birkaç sefer dışında işler istenildiği gibi gitmedi. Örneğin, I. Viyana Kuşatması sırasında ordunun gerekli lojistik desteği gecikti. Bunda Zapolya’nın payı ciddi anlamda büyüktü kendisi kuşatmadan çok önce Kral Ferdinand ile görüşmelere çoktan başlamış ve bu görüşmeler sırasında ileride Varad Antlaşması’nın temellerini atmıştı.
            Varad Antlaşması aslında Ferdinand’ın eski Macaristan Kralı II. Lajos ile yaptığı anlaşma ile hemen hemen aynıdır. Antlaşmaya göre Janos ardıl bırakamazsa Macaristan topraklarındaki tüm haklarından feragat edip krallığı Ferdinand’a verecekti. Bu antlaşma Osmanlı’dan gizli yapılmıştı. Antlaşmadan hemen sonra Janos Lehistan Kralı’nın kız Izabela ile evlendi ve bir sene sonra 1540 senesinde çiftin Zsigmond adında bir çocuğu oldu ve henüz aradan iki hafta geçmesinin ardından Janos Zapolya vefat etti. Ferdinand, çocuğun henüz daha yeni doğmuş olmasını fırsat bularak bir Macar asiller dieti topladı ve kendisini Macaristan Kralı ilan etti ve hemen ardından aynı yıl Budin üzerine yürüdü ve Ekim ayında Budin’i kuşatsa da başarılı olamadı. Ertesi yıl tekrar Budin üzerine yürüdü ve 4 Mayıs tarihinde Budin şehrini kuşatma altına aldı. Bu durumu haber alan Sultan Süleyman “derhal bir çavuş gönderilsin Zapolya’nın bir oğlu varsa şayet o zaman krallık o çocuğa verilecektir” diyerek Macaristan’a bu durumu kontrol etmek için bir heyet gönderildi. Gerçekten de bir çocuk olduğunu öğrenen Sultan Süleyman derhal savaş hazırlıklarına başladı ve üçüncü vezir Sokullu Mehmed Paşa komutasında bir öncü kuvvet gönderdi. Öncü kuvvetler 10 Temmuz tarihinde Budin’e geldi ve kaleyi Macar’la birlikte savunmaya başladılar. Bu sırada Kanuni 23 Haziran 1541 tarihinde Budin üzerine yürüdü. 21 Ağustos tarihinde Ferdinand asıl Osmanlı ordusunun geldiğini haber alınca kuşatmayı sonlandırarak geri çekildi. 29 Ağustos 1541 tarihinde Budin’e geldi. Tarihe özellikle dikkat çekmek istiyorum zira 29 Ağustos tarihinde önce Belgrad sonra da Mohaç zaferleri kazanılmıştı. Şimdi de Budin’in ele geçirilmişti. Kanuni bu tarihi bizzat seçmişti. Çünkü artık Macaristan’ı kendi topraklarına katmayı kesinleştirmişti. Bunu Kral Janos Zsigmond’un henüz küçük olmasına dayandırıyordu. Burada merkeze bağlı iki farklı sancak kurulmuştu. Erdel’i kâğıt üzerinde Janos Zsigmond’a –annesi Kraliçe Isabela kral naibesi olmak şartıyla- (esasında Zapolya’nın güvenilir adamlarından Keşiş György Martinuzzi’ye) verirken, Tımışvar ve çevresini Peter Petrovics’e bıraktı.Kanuni Sultan Süleyman döneminde devletin kaderini belirleyen iki ana dönem olmuştur. İlk dönem Osmanlıların Viyana’yı kuşatıp başarısızlıkla geri çekilmesi (ki bu kısım benim bakış açıma göre Osmanlı’nın çöküşünü başlatan olaylar silsilesinin başlangıcıdır), ikinci dönem ise Osmanlıların 29 Ağustos 1541 tarihinde Budin’i ele geçirip kendi topraklarına katması. 1541 tarihinden itibaren artık Osmanlı Devleti Macaristan’ı kendi toprağı olarak ilan etmiş ve buna göre politikasını düzenlemiştir.
            Konunun önde gelen uzmanları, Süleyman’ın bu devirde zayıf bir devlet adamı olduğunu gösterirler. Saltanatı süresince dört temel ve sayısız ikinci cephede savaşmak maksadıyla devrin dünyasının büyük kısmına yolculuk yaptı. Sayısız zaferler kazandı, fakat imparatorluğun uzun vadeli menfaatlerine yarayacak birkaç başarı ile gurur duyabilirdi. Giriştiği hamleler, belirli bir stratejik düşüncesinin olmadığına işaret eder. Hele ki Macaristan’daki veya daha geniz anlamıyla, Avrupa cephesindeki manzara daha cesaret kırıcıydı. Esas hedefi Viyana’nın zaptına ulaşmada başarısız olmuştu. Neticede elde edilen kazanç, Macar topraklarının işgali için harcanan enerji ile kıyaslandığında, hiç denecek kadar azdı. Sultan Süleyman’ın içinde sürekli bir savaşma arzusu vardı. Bu arzusu o kadar kuvvetliydi ki kendisine inanılmaz özgüven sağlamıştı.Zira Kanuni ve Osmanlı yöneticileri, Kral Ferdinand’ın tüm Macaristan toprakları için yüklü miktarda haraç ödenmesi ve Osmanlılara saldırılmaması konusunda defalarca yaptığı teklifleri reddetmiş, emin ve sürekli geliri lüzum görmemiş bunun yerine harcama ve zararı elde kabul etmiştir. Zira kendisi uzun vadeli düşünebilse idi bu teklifi kabul eder ve Habsburglar’la yaklaşık 200 yıl sürecek bir mücadeleyi başlatmazdı.
III.

          “Baş eğdi ab-ı tığına küffar-ı Engürüs
Şemşiri gevherini pesend eyledi Freng”
-Baki-
“Alındı avni nice bin kıla-ı Freng
Yıkıldı emri ile Engürüsbünyanı”
-Yahya Bey-
Sonuç
           
            Genel olarak incelediğimizde yapılan tüm bu çalışmadan şunları çıkarabiliriz; Osmanlı Macaristan’daki emellerini anlamak amacıyla O dönemki Macaristan Krallığı’nın hâkim olduğu topraklara bakmamız lazım. Bulunan coğrafya verimli tarım arazileriyle dolu bir bölge. Aynı zamanda bu bölgenin stratejik bir konumu bulunuyordu. Şöyle ki öyle bir yer de bulunuyor ki batısında Habsburglar doğusunda ise Osmanlılar bulunuyordu yani o dönemin iki büyük süper gücüne komşuluk ediyordu ve bu iki süper güç arasında tampon bir devlet konumunda duruyordu. 1526 Mohaç zaferinden itibaren Osmanlılar ile Habsburglar temelde sınır komşusu oldular ve bu bölge üzerinde yaklaşık 200 sene sürecek bir Osmanlı-Habsburg mücadelesi başladı. Zaman zaman barışlar yapıldı ama fazla sürmedi ve yeniden mücadeleler baş gösterdi. Tüm bu mücadeleleri incelediğimizde meseleye şu iki şekilde bakmak gerekir; Osmanlı’nın Macaristan’daki emeli neydi, Habsburgların Macaristan’daki emeli neydi? Şimdi meseleye Osmanlılar açısından incelediğimizde şu sonuca varıyoruz, Osmanlılar bu bölgeyi alarak ve bu bölgeyi kullanarak Avrupa’nın içlerine kadar rahatça ilerleme hedefleri vardı. Durum tamamen askeri bir meseleden ibarettir. Yürüttükleri politika ve yapıkları tüm çalışmalar bize Osmanlıların ta en başından beri Macaristan’ı ele geçirip uzun vadeli bir politika hedeflediklerini gösterir. Meseleye Habsburglar açısından bakarsak, Habsburglar ta en başından (Macar Kralı Matyas Korvin) beri evlilikler ve antlaşmalar doğrultusunda Macar topraklarını ele geçirme çalışmaları yapıyorlardı. Bu da onlara hukuki bir hak kazandırıyordu.  Ancak Habsburglar, Osmanlılar gibi olaya stratejik bir şekilde bakmıyorlardı. Onların ta kuruluşlarından (Habsburgların İmparatorluk yönetimine geçmesi) beri uyguladıkları bir politika vardı. Bu politikaya göre yönettikleri devlet Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu idi fakat bu ünvana yakışmaları için onların eski Roma İmparatorluğu’nun topraklarını geri alması gerekiyordu. Bunun için her türlü yolu denediler, ister evlilikler yoluyla akrabalıklar kurmak olsun, ister antlaşmalar yoluyla toprak ele geçirmek olsun. Onlar için savaşarak toprak ele geçirmek hep üçüncü yoldu. Macaristan ise Habsburgların gözünde sadece eski Roma İmparatorluğu sınırlarında kalan bir topraktı. Peki, bu mücadeleyi kim kazandı? Elbette Habsburglar ama bence benim gözümde bu savaşın bir kazananı yok zira tüm bu süren mücadele, uzun savaşlar her iki ülkeye büyük kayıplar verdi ister askeri açıdan ister iktisadi açıdan olsun. Her açıdan iki devlet zararlı çıktı. Peki, bu meseleye şu soruyu sorarsak nasıl olur? “Uzun süren Osmanlı-Habsburg mücadelesinde en çok kayıp veren taraf hangi taraftı olmuştur?” işte bu sorunun cevabı açık bir şekilde Osmanlılar olacaktır zira bu mücadele en çok Sultan Süleyman döneminde olmuştur ve o dönemde devlet her ne kadar en yüksek tepesinde olsa bile onun yaptığı seferler devlete büyük ölçüde iktisadi anlamda zarar vermiştir. Peki, Osmanlı Devleti Macaristan’ı kontrol etmek için ne yapmıştır? Önce kendisine sadık bir Macar asilzade ve Erdel Voyvodası olan Janos Szapolyai’yi Macaristan Kralı kabul etmişler ve ona taç giydirmişlerdir. Szapolyai’yi öldükten sonra da 1541 yılında Budin’i ele geçirip Macaristan’ı ilhak etmek zorunda kalmıştır ardından da ülkeyi ikiye ayırıp burada sancak beyliği kurdurmuştur. Bir kısmına Janos Szigismod’un naibi görevi ile Keşiş György Martinuzzi’ye sancak beyi olarak vermiş, bir kısmına da yine sancak beyi olarak Peter Petrovics’e verdi. Aslında bakılırsa Zapolya’nın ölümü Osmanlı yöneticilerinin kafasını karıştırmış ve hesapladıkları planlar suya düşmüştü. Zira Szapolyai’yi tahta geçirdikten ve Habsburglar’la 1533 yılında İstanbul Antlaşması imzalandıktan sonra, yönünü doğuya çevirmişti. Ancak beklenmedik bir anda Zapolya’nın ölmesi ve Habsburgların Budin’e saldırması üzerine Osmanlılar tekrardan gözünü batıya çevirmek zorunda kaldı. Üstüne bir de ortada henüz çok küçük bir prens vardı. Bu da Osmanlı yöneticilerine bir süreliğine Macaristan’ı ilhak etme fikrinden başka çare vermedi.

3 yorum:

  1. " Konunun önde gelen uzmanları, Süleyman’ın bu devirde zayıf bir devlet adamı olduğunu gösterirler" bu cümleye kadar okuduklarına bazı durumlarda katılıyor bazılarına katılmıyorum Sultan Süleyman gibi nefsinin önüne geçebilen ender insanın dünyanın en güçlü hükümdarı olma niyetinde bulunması ancak kendisinni değil temsil ettiği Halifeligi ve İslamı yüceltmek amacıyla olur zaten askerlerde bu zihniyette kişiler

    Genel Olarak tarafsızlık ve objektiflik yapılmamış yabancı yazarların etkisinde kalınmış yerli yabancı yazarların sentezi bir yazı olması daha hoş olurdu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    2. Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Şunu belirtmek istiyorum, ben bu çalışmayı yaparken ki yararlandığım kaynaklar evet yabancı kaynaklar peki neden yabancı kaynaklar? Öncelikle hem bu konu hakkında yerli kaynak bulmakta zorluk çekmem hem de bu konu hakkında yerli tarihçilerimizin çok fazla çalışmamış olmamaları ve yabancı tarihçilerin bu konuya çok fazla değer vermeleri beni yabanci tarihçilere bakmama zorladı. Aynı zamanda bu yerli kaynakların yararlandıkları kaynaklara baktığımda tamamen ikincil ve üçüncül kaynaklardan yararlandıklarını fark ettim. Yabancı tarihçiler ise bu konu hakkında mümkün olduğunca Osmanlı arşivlerinden yararlandıklarını gördüm zira konuları hakkında bilgi verirken çoğu kez Osmanlı belgelerinden alıntı yaparak bilgi vermeye çalışmışlardır. Bir tarihçi olarak bu çalışmayı yaparken o dönemin şartları altında olabildiğince objektif ve tarafsız olmaya çalıştım fakat tam olarak objektif olmam söz konusu dahi değildir ama mümkün olduğu kadar objektif olmaya çalıştım her ne kadar "yabancı tarihçilerin çalışmalarında" yararlansam da mümkün olduğu kadar tarafsız ve objektif olmaya çalıştım.

      Sil