Kanuni
Dönemi Osmanlı-Habsburg İlişkilerinde Macaristan
“Eğer def
olunmaz ise bu beliyye
Ne İznik kala
ne Kostantiniyye”
ÖZET
Bu çalışma tamamen
Osmanlı-Macaristan-Habsburglar üçlüsü üzerine yapılmıştır. Çalışmamda önce
Macarların kim oldukları ve Avrupa’ya gelişlerini ardından Osmanlı-Macaristan
ilişkilerinin nasıl başladığın, nasıl ilerlediğine, özellikle ana konunun
Osmanlı-Habsburg Mücadelesinde Macaristan’ın konumu ve önemine, Osmanlıların
uyguladığı politikalara değineceğim. Ancak bu çalışma sadece Kanuni dönemiyle
sınırlı kalacak zira sadece Kanuni dönemi Osmanlı-Macaristan-Habsburglar
üçlüsünü başlatan dönemdir. Bu çalışmada şunu fark edeceksiniz, Osmanlı
İmparatorluğu 46 sene içinde kendi çöküşünü hazırladı. Bunu dememin sebebi
Osmanlı Devleti 46 sene içerisinde Kanuni’nin bizzat katıldığı 13 seferin çoğu
Osmanlı Devletini büyük bir ekonomik krize sokmuştur. Sadece katıldığı 9 seferi
Avrupa üzerinedir. Başarılı olsa dahi bu yapmış olduğu sürekli savaşlar uzun
vadede Osmanlı Devletinin ekonomisini baltalamıştır. Unutmadan şunu da
ekleyeyim; bu çalışmayı yaparken yararlandığım bazı kaynaklar şunlardır: Pal
Fodor (Macaristan’a Yönelik Osmanlı Siyaseti, 1520-1541), Pal Fodor
(İmparatorluk Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı), GaborAgoston (Osmanlı’da Ateşli
Silahlar Ve Askeri Devrim Tartışmaları), GaborAgoston (Osmanlı’da Strateji ve
Askeri Güç), GaborAgoston (Osmanlı’da Savaş ve Serhad), NicolaeJorga (Osmanlı
İmparatorluğu Tarihi), Geza David (16. Yüzyılda Simontornya Sancağı),
FerencEckhart, İbrahim Kafesoğlu-Çeviren- (Macaristan Tarihi). Bazılarından
alıntılar yaparak yaptım bu çalışmayı. Bu çalışmayı okurken umarım
sıkılmazsınız.
I.
Macarlar
Macarlar Kimdir?
Fin-Ugor
kökenli ve dilli bir halk ve anayurtları Macar geleneğinde Manga Hungaria denilen Volga Nehri ile Ural Dağları arasındaki
topraklar olan Macarlar, V. Yüzyılda anayurtlarından göçerek Kuzey Kafkasya ile
Don ve Volga nehirleri arasına yerleştiler. VII-IX. Yüzyıllarda Hazar Hakanlığı
yönetiminde yaşayan ve bir Türk kavmi olan Onogurlarla karışan Macarlar, bu
yüzyıllarda kaleme alınan Bizans, Ermeni ve İslam tarihlerinde Türk diye adlandırıldılar. Esasında
Macarlar, tek bir kavim değil çoklu kavimlerin birbirleriyle kaynaşarak
oluşturdukları melez bir kavimdir. Ancak bu çoklu kavimler farklı milletlerin
kavimleri değil sadece Türk milletinin kavimleridir.
Macarların Avrupa’ya Gelişi ve
Macaristan Krallığı
Macarlar,
IX. Yüzyılın son çeyreğinde Peçeneklerin baskısı ve Bizans’ın teşviki ile Árpád
Hanedanı önderliğinde bugünkü Macaristan
topraklarına göç etmişlerdir. Karpat havzasının ormanlarında tarımla uğraşan
Slavlara üstünlük kurarak, Erdel olarak adlandırdıkları topraklara hâkim oldular.
Macarlar, 955 yılına kadar sürekli seferler düzenleyerek topraklarını
genişlettiler. Yaptıkları bu akınlar zaman zaman İstanbul önlerinde ciddi
korkulara sebebiyet veriyordu. Ancak Macarların bu ilerleyişi Kutsal Roma
Germen İmparatoru I. Otto (936-973) karşısında 955’te Lechfeld’de yenilgiye
uğrayarak Batı’ya olan ilerlemeleri durdu.
Macaristan
Krallığı, Kutsal Roma Germen İmparatoru II. Otto’ya elçi göndererek
Hıristiyanlığı kabul eden Macarların Başbuğu Árpád hanedanından Geza’nın oğlu
I. Istvan’ın, Papa ıı. Sylvester’in gönderdiği krallık tacını 1 Ocak 1001
tarihinde başkent Estergon’da giymesi ile hem Macarlar Hıristiyanlığa geçti hem
de Büyük Macaristan Krallığı kuruldu. Árpádlar XIII. Yüzyılda devleti doğal
sınırlarına ulaştırdılar. Macaristan’ın Osmanlı Fethi öncesindeki sınırları,
bugünkü Macaristan, Slovakya, Hırvatistan ve Slovenya ile bugünkü Sırbistan ve
Romanya arasında bölüşülen Banat, bugün Romanya’da kalan Transilvanya ve
Ukrayna’da kalan Ruthenya bölgelerini içine alıyordu.
Macarların
Osmanlılarla Tanışması ve Sonun Başlangıcı
Macarların temel politikası toprak bütünlüğünü korumak mümkün olursa
topraklarını kuzey yönünde genişletmekti. Ancak Osmanlıların 1354’te Rumeli’ye
geçmesi ve 1358 yılında Edirne’nin fethedilmesinin ardından bu politikadan
vazgeçilip, ülke topraklarını güneye ve doğuya yaymak ve Osmanlıların batıya
ilerleyişlerini önceden durdurmak için asıl Macaristan’ın önüne bir savunma
hattı oluşturmak amacıyla Osmanlılara karşı 1365 baharında sefere çıkan I.
Lajos, Temmuz başlarında Vidin’i ele geçirerek Bulgar Banlığı’nı kurdu ve
bölgede kontrolü sağlamaya çalıştı. Balkanlarda hızla ilerleyen Osmanlılara bir
türlü istenilen savunmayı yapamayan I. Lajos, bir Haçlı Seferi düzenlemek istediyse de bir sonuç elde edemedi. Sultan
I. Murad’ın, Sırplar ve Boşnaklardan
oluşan bir orduyu I. Kosova Savaşı’nda mağlup ettikten sonra, Osmanlılara
Macaristan Krallığı’ndan başka, Tuna’nın güneyindeki balkan topraklarında karşı
koyacak bir güç kalmamıştı.
Osmanlılara
Karşı Haçlı Seferlerini Düzenleyen Macaristan
Osmanlıların
1393-1396 arasında bir taraftan Adriyatik Denizi ve Mora Yarım Adası, diğer
taraftan Tuna Nehri kıyılarına ulaşması üzerine Macaristan ve Venedik, Osmanlı
tehdidine karşı harekete geçerek Papa IX. Boniface’nin de desteğiyle, Batı
Hıristiyan dünyasını bir Haçlı Seferi düzenlemek
için ikna ettiler. Macaristan Kralı Zsigmond 130.000 kişilik bu Haçlı ordusuna
komuta ediyordu. Bu ordunun gücünü ve büyüklüğünü “Gökyüzü çökse mızraklarımızın ucunda tutacağız” cümlesiyle
belirtiyordu. Lakin bu haçlı seferi
Sultan I. Bayezid komutasındaki Osmanlı ordusu karşısında Niğbolu’da büyük bir
hezimete uğradılar.
Erdel
Voyvodası Janos Hunaydı komutasındaki Macar ordusu, Vidin Sancakbeyi Mezid Bey
emrindeki akıncıları 22 Mart 1442’de, Rumeli Beylerbeyi Hadım Şehabeddin
Paşa’nın emrindeki akıncıları da 6 Eylül 1442’de Vasak’ta yendi. Bu iki
galibiyet, Papa IV. Eugene’in girişimi ile Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir Haçlı Seferi düzenlenmesine sebep oldu.
Yapılan bu seferde kısmi bir başarı sağlandı ve Osmanlı Devleti Sırbistan’ı
boşaltmak zorunda kaldı. Aynı zamanda Macaristan ile 14 Haziran 1444’te on yıl
süreli Segedin Barış Anlaşması imzalandı. Ancak Papa IV. Eugene’in, temsilcisi
Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla gönderdiği “Müslüman’a verilen söz muteber değildir” fetvası üzerine savaş
yeniden başladı ve önce Varna’da sonra da 1445’ Kosova’da büyük bir bozguna
uğradılar ve Kanuni dönemine kadar bir daha asla Haçlı Zihniyeti oluşmadı.
Belgrad’ın
Önemi
Osmanlı
Devleti, Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemek için Macaristan’ın saf dışı
bırakılması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bunun için de Belgrad Kalesi’ni
alması gerektiğini çok iyi kavramıştı. Zira Belgrad, hem lojistik hem de
stratejik konum açısından çok önemliydi. Bu amaç doğrultusunda ilk çalışmalar
Sultan II. Murad zamanında başlamıştı. Sultan II. Murad’ın emriyle 1440’ta
şehri altı ay kuşatan Evrenosoğlu Ali Bey başarılı olamadı Bu başarısızlığın
ardından Osmanlılar büyük sarsıntı geçirdi. İkinci girişim Kostantiniyye
Fatihi, Sultan II. Mehmed zamanında olmuştu. Sultan II. Mehmed komutasındaki
70.000 kişilik Osmanlı ordusu, 4 Temmuz 1456’da Macaristan’ın kilidi Belgrad’ı
kuşattı. Kuşatma sadece karadan değil aynı zamanda nehirden de devam ediyordu.
Osmanlı nehir donanması, 14 Temmuz 1456’da Macar donanmasına yenildi. Janos Hunaydı
komutasındaki Macar ordusu, aynı gün Belgrad’a ulaştı ve 21 Temmuz’da Sultana
bir meydan muharebesi teklif etti. Kendisine çok güvenen Fatih teklifi kabul
edip 22 Temmuz’da Janos Hunaydı karşısına çıktı. Bu meydan muharebesinde Fatih
çok büyük bir yenilgi alarak mağlup oldu. Aynı gün Fatih var gücüyle kaleye
saldırdı ancak bunda da bir başarı elde edemedi ve geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu başarısızlık Osmanlıları derinden sarstı ve bu mağlubiyeti müteakip 65 yıl
boyunca Macaristan üzerine sefere çıkılmadı ancak Osmanlı akıncılarının
akınları devam etti. Bu esnada Osmanlılar üçüncü kez 1492 tarihinde Belgrad’ı
kuşattılar ancak bu da sonuçsuz kaldı ve geri çekililer.
Barış
Çağı
Sultan
II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemleri, Osmanlı Devleti ile Macaristan
arasında barış çağıdır. Macaristan Kralı Matyas Korvin’in elçileri, 1483’ beş
yıl süreli bir barış anlaşması imzaladılar. Macar elçileri, 1485’de yeniden
sultanın huzuruna çıktılar. Bir Osmanlı elçisi, 1487’de Buda’ya gelerek Matyas
Korvin ile görüştü. Osmanlı-Macar barışı Macaristan’a gönderilen Osmanlı
elçileri vasıtasıyla Nisan 1495 ve 1498’de üçer yıllık sürelerle uzatıldı. Şah
İsmail’in yükselmesi ve kazandığı başarılar sebebiyle dikkatini doğuya çeviren
Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında 1503’te Buda’da yeni bir barış
anlaşması imzalandı. Yavuz Sultan Selim tahta geçtikten sonra Macaristan,
yeniden bir barış talebi üzerine Osmanlı Devleti ile Mayıs 1513’te yeniden bir
anlaşma imzalandı. Aynı barış Mart 1519’da üç yıl uzatıldı.
Kanuni
Sultan Süleyman tahta geçtikten sonra cülusunu bildirmek, barışı uzatmak ve
Macaristan’ın ödemediği vergilerin ödenmesini istemek üzere bir heyet gönderil.
Ancak heyet hakarete uğrayıp Behram Çavuş’un şehid edilmesi üzerine Osmanlı
siyasetini tamamen değiştirdi.
II.
Kanuni Dönemi
“Çadırlar toplansın tuğlar dilkilsin
Tehlilsadaları arşa yükselsin
Sancak başa geçsin tekbir çekilsin
Uzanalım yine Macar eline”
-XVI. yüzyıl akıncı türküsü-
Kanuni
Dönemi Osmanlı’nın Macaristan Siyaseti
Kanuni dönemine kadar Osmanlıların esas siyaseti Macaristan’ı zayıflatmak
ve topraklarını korumaktı. Bunun sebebi ise Macarlar sürekli Osmanlı üzerine
hem Haçlı Seferi düzenlemesi, hem de
Macarların Osmanlı’ya karşı güçlü bir direniş göstermelerinden
kaynaklanmasıdır. Ancak sonrasında Osmanlı devletinin genişleyen sınırları ve
Macaristan’a sınır komşusu olmaları üzerine Osmanlı devleti, genişleme siyaseti
doğrultusunda gözünü Macaristan topraklarına dikti. Bunun için Macaristan’ın
anahtarı Belgrad’ı alma konusunu çok iyi biliyordu.Sefer hazırlıklarına başladı
1521 tarihinde Belgrad önlerine geldi ve şehri kuşatmaya başladı. Burada
kuşatmayı kazanmasının en önemli sebebi Atalarının yapmış olduğu hataları
yapmamış olmasıydı. Kanuni esasında tahta çıktığında ilk hedefi Belgrad’ı alır
almaz Macaristan’ı ele geçirmekti. Ancak bazı Osmanlı devlet erkânları
Kanuni’nin henüz askeri yeteneğinin tam olgunlaşmaması hem de bazı iç
sebeplerden dolayı bu seferden vazgeçildi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın, 29
Ağustos 1521’de Macaristan’ın kilidi sayılan Belgrad’ı fethetmesi ile Osmanlı
Devleti ve Habsburg İmparatorluğu arasında, Macaristan İmparatorluğu uğruna
yapılan ve iki yüzyıla yakın devam eden mücadele dönemi başladı. Osmanlı
Devleti ile Habsburg İmparatorluğu arasındaki bu mücadele, dört devreye
ayrılabilir.
Birinci
devreyi, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521-1566 yılları arasındaki Macaristan
fütuhatı oluşturur. İkinci devreyi çeyrek yüzyıllık bir barış zamanından sonra
yaşana, çoğu Macar tarihçilerin Uzun
Savaş dedikleri 1593-1606 arasındaki savaş oluşturur.
Osmanlı
Devleti’nde çıkan isyanlar, ihtilaller, yaşanan saltanat değişiklikleri ve
doğuda Safevilerle yapılan savaşlar yüzünden, Köprülüler dönemine kadar yarım
yüzyıl devam eden barış zamanında, küçük sınır çatışmaları dışında Macaristan
topraklarında savaş olmadı. Erdel meselesinden kaynaklanan 1658-1664 arasındaki
savaşlar, üçüncü devreyi teşkil eder.
İlk
defa Ahmet Refik’in kullandığı tabirle Türk tarihçiliğinde Felaket Seneleri, Macar tarihçiliğinde Kurtuluş Savaşları denilen, 1683’te II. Viyana Seferi ile
başlayarak, 1699 yılında Karlofça Antlaşması ile biten savaşlar ve Osmanlıların
Macaristan’daki son topraklarını kaybettiği 1716-1718 arasındaki
Osmanlı-Habsburg savaşları, Macaristan’ın Osmanlı idaresinden çıktığı dördüncü
devreyi oluşturur.
Bu
çalışmada biz birinci evreyi inceleyeceğiz. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum,
bu çalışmaya başlarken tek bir soru ile başladım. “Kanuni neden bu Macaristan’ı bu kadar çok istiyor? Kulağa çok
basit bir soru gibi gelse de aslında çok önemli ve geniş bir soruydu. Bu soruyu
üniversitedeki hocama sormuştum ve bana kendisi “Osmanlı bir imparatorluk ve imparatorluklar toprak ister” diye bir
cevap verip beni göndermişti ama durumun sadece toprak ele geçirmekten ibaret
olmadığına inanıyordum. Tamam, Sultan Süleymangenişlemek istiyor bunun içinde
toprak istiyor bu kabulüm ama Mohaç’tan bir sene sonra Macar kralı Janos’un
elçisi Laski’nin içinde Lehistan’ın da olduğu bir üçlü ittifak gibi bir
teklifin reddedilmesi, durumun sadece bir toprak kazanmaktan ibaret olmadığına bir
delildir. Zira Osmanlı bu teklifi reddederek aslında uzun vadeli bir planının
olduğunu göstermiştir. Konuya farklı bir bakış açısıyla bakarak şöyle bir soru
sormak daha mantıklı olacaktır “Madem
Osmanlı bu teklifi reddetti o halde neden Lehistan’a değil de Macaristan’a
saldırdı?” bu soruya cevap verebilmek için o dönemki Macaristan’ın hem
jeopolitik konumuna hem de coğrafi özelliklerine bakmak gerekir. O dönemde
Macaristan Krallığı’nı bir nevi günümüz Türkiye’sine benzetebiliriz. O dönemde
Macaristan, Avrupa ile Osmanlı arasında tampon bölge konumundaydı. Yani burayı
alırsan Avrupa’nın içlerine kadar girebilirsin. Peki, coğrafi özelliği nedir
buranın? Öncelikle Macaristan’ın bulunduğu bölgede herhangi bir maden yok var
olanlar çok az, ne alaka diye soracak olursanız Osmanlı Devleti XIII. Yüzyılın
ikinci yarısından beri ateşli silahlar kullanmaya başladı bunun doğrultusunda
bu ateşli silahlar için bir takım madenler gereklidir örneğin
güherçile(potasyum nitrat) ve kükürt gibi. Ancak Macaristan’da bu tip madenler
olmadığı için bu sefer bölgenin iklimini, bitki örtüsünü ve geçim kaynağını
incelemeye başladım ve şunu fark ettim, bol miktarda tarım arazileri (çoğu
verimli) ve bol miktarda orman. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanıyor.
Buradan hareketle Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeyi ele geçirdiği zaman burayı
lojistik bir merkez konumuna getirip batıdaki ilerlemesine devam etmeyi
hedefliyordu. Zira Osmanlı Devleti Kanuni dönemine kadar batıda artık doğal
sınırlarına ulaşmıştı yani ordunun ilerleyebileceği harekât çapı artık son haddine ulaşmıştı ve devletin feth edeceği
diğer bölgeler bu harekât çapının dışında kalıyordu. Bu harekât çapının dışına
çıkıldığında hem orduda psikolojik sorunlar oluşacaktı hem de ordu lojistik
sıkıntı çekecektir ki biz bunu I. Viyana Kuşatmasında çok iyi görebiliyoruz. Bu
sorunu çözmek ve Avrupa içlerine kadar ilerlemek için Macaristan’ın alınıp bu
bölgeyi bir lojistik üs olarak kullanmanın daha faydalı olacağını Osmanlılar
çok iyi kavramıştı.
Osmanlı
Devleti’nin Batı üzerine yaptığı savaşlar genellikle stratejik konuma sahip
bölgelere olmuştur. Belgrad, Budin Seferi, Edirne’nin alınması gibi. Tabi
sadece bunu Batı için söyleyemeyiz Doğu’ya yaptığı seferler için de aynısını
diyebiliriz ama her sefer için bunu diyemeyiz. Doğu’ya yaptığı seferler
genellikle tedbir amaçlıdır örneğin, Fatih döneminde Akkoyunlular ile yapılan
savaşın veya Safeviler ile yapılan savaşın tamamen tedbir için olduğunu
söyleyebiliriz. Zira iki devlet Osmanlı topraklarına girip bu bölgede Şiiliği
yaymaya çalışmışlardır. Batı’ya düzenlendiği kadar Doğu’ya çok sık sefer
düzenlenilmemiştir çünkü Doğu’da bulunan devletler her ne kadar düşman olsa
bile Müslüman oldukları için çok fazla sefer yapılmamıştır. Bunu Yavuz Sultan
Selim zamanında çok rahat görebiliriz. Kendisi hayatı boyunca sürekli savaş
yapmıştır ve yaptığı bu savaşlar sonucunda ordu içinde büyük huzursuzluklar baş
göstermiştir. Yaptığı her savaş Müslüman devletler üzerine olduğu için ordu bu
durumdan hoşnutsuz kalmıştır. Ordu, başta yeniçeriler olmak üzere devlet erkânı
dâhil herkes tahta geni çıkan genç padişahtan kefere üzerine sefer düzenlemeyi
çok fazla arzu etmişti. Ancak genç padişah babasının vasiyetini gerçekleştirmek
için doğuya bir sefer düzenlemeyi kafasına koymuştu. Bunun için Macaristan
Krallığı’na 1513 barışını uzatmak için bir elçi heyeti gönderilmiştir. Sultanın
planı batı sınırını güvene almak ve yükselen doğu tehdidini önlemekti. Lakin
Macaristan’a gönderilen elçi heyetinin hakarete uğraması ve Macar kralı II.
Lajos’un gecikmiş vergiyi ödememesi üzerine batıya sefer düzenleme fikri daha
ağır basmıştı zira hem ordu uzun süredir kefere üzerine sefere çıkmamıştı hem
de batıda yükselen başka bir güç vardı. Habsburglar uzun süredir Avrupa’da
üstün bir konuma sahipti fakat asıl yükselişleri İspanya Kralı V. Karl
(Şarlken)’in Kutsal Roma-Germen İmparatoru olması üzerine iyice yükseldiler.
Onun amacı Avrupa’da bulunan tüm devletleri tek bir çatı altında toplayarak
eski Roma İmparatorluğu’nu canlandırmaktı. Bunun için her türlü yolu
uyguluyordu (evlilikler, uzun savaşlar vb.) Avrupalı devletlerde o dönemde
evlilikler yoluyla akrabalık kurma âdeti çok yaygındı ki bu Osmanlıları uzun
bir süre uğraştırmıştır. Zira Macaristan sürekli gizli veya açık bir şekilde
Habsburglar’la evlilikler kurup veyahut ikili antlaşmalar yapıp bir nevi
kendini korumaya alıyordu.
Gelgelelim
Osmanlıların bu durumda neler yaptıklarına bir bakalım. Aslında çok basit geniş
istihbarat ağı sayesinde Osmanlı bu tür durumlarda alelacele Macaristan üzerine
bir sefer düzenleyip (kendilerince) bu durumu düzeltmeye çalışıyorlardı. Bu da
hem orduyu çok fazla yıpratıyordu hem de ekonomiyi ciddi anlamda zedeliyordu.
1524 yılında artık Macaristan üzerine bir sefer düzenlenme kararı alındı ve
sefer hazırlıkları yapıldı. Sefer hazırlıkları tam iki sene sürmüştür zira
olası bir olumsuzlukları en aza indirmeyi hedeflenmiştir. Bunun için Anadolu’ya
bir birlik bırakılmıştır ki olası bir Safevi tehlikesi önlenebilesin diye.
Ardından halktan özellikle balkanlarda yüklü miktarda vergi ve lojistik
imkânlar toplanmıştır. Son olarak da ordudaki asker sayısı arttırılmak istenmiş
ve yeniçeri ocağındaki gençleri de orduya katmışlardır (daha sonradan ileride
bu durum orduda asker sayısında ciddi anlamda sıkıntılar yaratmış ve dışarıdan
ocağa alımlar başlanmıştır). Yavuz Sultan Selim döneminde Yeniçeri ocağındaki
aktif yeniçeri sayısı 12.000 civarında iken bu sayı Sultan Süleyman’ın cülusu
sırasında 8-9 bin civarına kadar inmiş, 1524 yılında bu sayı 10 bine tekrar
çıkmış en nihayetinde ise 1526 yılında 16-17 bin civarına kadar çıkmıştır. Bu
sayı sadece merkezde faal bulunan askerlerden ibarettir. Osmanlı ordusu 100 bin
civarında bir ordu toparlamasında Balkanlar’da bulunan hem yeniçerilerin hem de
diğer askeri birliklerin de orduya dâhil olduğunu da belirtirsek bu rakam hiç
de uçuk bir rakam olmaz.
Mohaç
Zaferi ve Budin’in Fethi
“Şah Süleyman-ı zaman ve Hazret-i Hakan-ı Rum
Çekti asker heybetiyle kafirin aldı ödin
Engürüs’ün tahtın aldı katib-i takdir-i Hak
Yazdı tarihin anın feth-i kral u hem Budin”
29 Ağustos 1526 ta kazanılan Mohaç
zaferi aslında bakılırsa hem Osmanlı’yı hem de tüm Avrupa’yı müthiş şekilde
şaşırtmıştır. Meseleye Osmanlı tarafından bakıldığında Osmanlı bu kadar kısa
sürede bir zafer kazanmayı beklemiyordu aynı zamanda Mohaç kazanıldıktan sonra
bölge tamamen Osmanlı’ya kalmıştı ki Osmanlı bunu da hesaba katmamıştı. Bunun
üzerine Budin’e gelen Kanuni burada on üç gün konaklamış ve ani bir şekilde
İstanbul’a geri dönmüştür. Mohaç savaşı sırasında II. Lajos’un vefat etmesi
üzerine toplanan Macar Dieti (Asiller Meclisi)10 Kasım 1526’da Janos
Szapolyai’yi Macaristan Kralı seçti ve bu kararı Osmanlı yönetimi de onayladı (Szapolyai’yi
Osmanlı yanlısı bir tavır sergilediğinden dolayı bu kararı onayladı). Kararı
kabul etmeyen bazı Macar asillerin oluşturduğu bir başka diet ise bir ay sonra
toplanarak Avusturya ve Bohemya Kralı Ferdinand’ı Macaristan Kralı seçti.
Toplanan bu ikinci dietin üyelerinin haklı bir gerekçesi vardı zira Janos Szapolyai’yi
hem Osmanlı yanlısı bir tavır sergilemesi hem de Mohaç’tan önce Ferdinand’ın
Macaristan Kralı ile bir akrabalık kurup II. Lajos ile anlaşma yapmış
olmasıydı. Anlaşmaya göre II. Lajos’un ardıl bırakamaması durumunda Macaristan
toprakları ve krallığı Ferdinand’ın eline geçecekti.
Osmanlı orduları geri çekildikten
sonra ağabeyinin de desteğini alarak Budin'i ele geçirdi. Bu durum üzerinde Janos
Szapolyai’yi Osmanlı’dan yardım istedi ve bu durum da doğrudan bir Osmanlı-Habsburg
mücadelesine sürükledi. Sultan Süleyman bu durum üzerine doğrunda Habsburgların
kalbi sayılan Viyana’ya yürümeyi hedeflemişti. Bazı Osmanlı devlet erkânları bu
duruma şiddetle karşı çıkıp seferin felaketle sonuçlanabileceği bunu önlemek
için de kademe kademe Habsburglar’la mücadele edilmesini teklif ettilerse de
Sultan Süleyman kılıç zoruyla aldığı toprağın korunması için böyle bir gücün
def edilmesini ısrarla savunuyordu. Budin ’in geri alınması, Habsburglar’a
büyük darbe vurup onları zayıflatmak ve sınırlarını güvence altına almak adına
sefer kararı alındı. Bu sefer için bazı siyasi önlemler alınmıştır. Sadrazam
İbrahim Paşa, evvela I. Fransuva’nın gönlünü hoş tutmak gerektiğini biliyordu
bunun için de 1528 Eylül’ünde İskenderiye’deki Fransız konsolosuna yollanan bir
name-i hümayunla Fransız ve Katalan tacirlerin Akdeniz’deki imtiyazları
(1513’te Memlukler tarafından verilmişti) tasdik edildi. İkinci olarak aynı
yılın Ekim ayında Kral Sigismund’la üç yıllık bir ateşkes imzalanarak Leh
kuvvetlerinin Habsburgların yardımına koşması ihtimali bertaraf edildi. 10
Mayıs 1529 yılında İstanbul’dan ayrılan Osmanlı ordusu Eylül ayında Budin
üzerine geldi ve 8 Eylül’de Budin kalesini ele geçirdi. Kış artık çoktan
gelmişti Orta Avrupa coğrafyasında iklim sert geçiyordu her şeye rağmen 12
Eylül’de Budin’den ayrılarak Viyana’ya yürüdü ve 27 Eylül’de Viyana önlerine geldi
ve şehri kuşatmaya başladı, on yedi gün boyunca kuşatılan şehir bir türlü
alınamamıştı. Geciken lojistik destek (Janos’un, benim bakış açıma göre bunda
etkisi çok fazla), bilinmeyen bir coğrafyada sert geçen bir kış ve alınan
istihbaratlara göre Viyana’ya yaklaşık yüz kilometre uzaklıkta büyük bir Alman
ordusunun toparlandığı haberi üzerine Kanuni kuşatmayı kaldırma emrini verdi ve
geri çekildi.
Bu başarısızlık Osmanlı devletini
ciddi anlamda derinden etkilemiş özellikle Sultan Süleyman’ı çok derinden
etkilemiş ki batıya yaptığı seferlerin dört tanesi Viyana hedeflenerek düzenletilmiştir.
Aşağıda Kanuni’nin bizzat katıldığı seferlerin listesi bulunmaktadır:
Sefer Seneleri
|
Sefer İstikametleri/Alınan
Yerler
|
1. 1521
|
Belgrad
|
2. 1522-1523
|
Rodos
|
3. 1526
|
Mohaç
|
4. 1529
|
Viyana (I. Viyana Kuşatması)
|
5. 1532
|
Viyana (Alaman Seferi)/Güns Kalesi
|
6. 1534-1535
|
Irakeyn Seferi
|
7. 1537
|
Roma (Avlonya)
|
8. 1538
|
Boğdan
|
9. 1541
|
Budin
|
10. 1543
|
Viyana/Estergon, İstolni Belgrad
|
11. 1548-1549
|
İran/Tebriz
|
12. 1553-1555
|
İran/Nahcivan
|
13. 1566
|
Viyana/Zigetvar
|
Görüldüğü üzere Viyana üzerine toplam dört adet
sefer bulunmaktadır ve bu seferlerin hepsi başarısız olmuştur. Bu seferler
doğrultusunda ele geçirilen bazı irili ufaklı kaleler dışında başarı
bulunmamaktadır. Yapılan seferler hem orduyu yıpratmış hem de devlet
ekonomisini iyice zedelemiştir. Bu durumu o dönemlerde fark etmek elbette zordu
çünkü Süleyman’ın babası Selim hazineyi ağzına kadar doldurmuştu ancak
Süleyman’ın bu yaptığı gelişi güzel seferler kendinden sonraki dönemlerde
devleti ciddi anlamda zayıflatmıştır. Bunu şöyle bir hadiseyle izah edeyim. I.
Viyana kuşatması sırasında Süleyman askerin hevesini kırmamak gayesi ile her
askere teşvik primleri verilmiş, sadece kuşatma sırasında askerin maaşına zam
yapılmış, bazı askerlere timar arazisi dahi verilmiştir. Buradan yola çıkarak
her bir seferde askeri teşvik etmek için primler verilmiştir bir de buna üst
üste kazanılan zaferleri de eklersek hazine feci şekilde boşalma evresine
gelmiştir. Çünkü her kazanılan seferde Kanuni askerin maaşına zam yapıyordu bu
da asker içerisinde bazı değişikliklerin olmasına sebebiyet vermiştir. Bu
değişiklik askerin “fetihe ve devlete
hizmet etmek algısından “fetih için
fetih, kazanç için savaş” algısı doğrultusunda olmuştur. Bu durum da ileri
de ordu yapısının tamamen bozulmasına sebebiyet vermişti.
Yapılan
seferlerde kazanımlar varmış gibi gözükse de uzun vadeye baktığımız da bu
durumu hiç te öyle olmadığını gayet iyi görebiliyoruz. Zira Süleyman’ın aklında
belirli bir politika yoktu adeta doğaçlama politikalar yürütüyordu. Kendisi,
dünyaya en büyük ve en güçlü hükümdar olduğunu göstermek gayesi ile
savaşıyordu. Sadece tek bir cephede değil dört bir cephede savaşıyordu ve
hepsinde de aynı anda savaşıyordu. Bu cepheler, dedesinin başlattığı babasının
hız verdiği İran cephesi ilk cepheyi, Ümit Burnu’nu aşıp Hindistan’a kadar
ulaşan Portekizlilere karşı Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda yapılan mücadeleler
ikinci cepheyi, Akdeniz’e egemen olmak ve Akdeniz’deki ticareti tamamen kontrol
altına almak amacıyla verilen mücadeleler üçüncü cepheyi ve en nihayetinde
Osmanlıların, Habsburglar’la daha doğrusu Habsburgların Avusturya kolu ile
yaptıkları Macaristan uğruna yapılan mücadele dördüncü cepheyi oluşturur. Bu
durum haliyle Osmanlı ekonomisini ciddi anlamda zedelemiştir.
Peki,
Osmanlı Macaristan’ı nasıl idare etmiştir? Bu konu 1526 Mohaç zaferinden sonra
bu konu Osmanlı devlet erkânları tarafından uzun uzadıya tartışılmıştır, bazı
devlet erkânları Osmanlıya bağlı vassal bir Macaristan kurmak düşüncesine
sahipti, bazı Osmanlı yöneticileri ise Macaristan’ı doğrudan Osmanlı
topraklarına katma düşüncesine sahipti. Nitekim Kanuni ikinci düşünceye daha
çok katılıyordu zira kendisi Macaristan’ı kılıç yolu ile almıştı ve Macaristan
kılıç hakkı doğrultusunda onun toprağıydı. Ama gelgelelim bu konular
tartışılırken bir takım olaylar cereyan ettiğinden Kanuni bu fikrini 1541
yılına kadar gerçekleştiremedi.
Bu
çalışmayı yaparken okuduğum çoğu kaynakta tarihçiler Kanuni’nin Macaristan
politikası konusunda bir ihtilafa düşmüştü. Bir kısım Osmanlı’nın başlangıçtan
itibaren Macaristan’ı ilhak etmeyi hedeflediğini ancak oluşan bazı sorunlardan
dolayı bu hedefin gerçekleşemediğini savunurlar. Bir kısım ise Süleyman’ın
başlangıçta Macaristan’ı fethetmeyi değil, Eflak ve Boğdan örneğindeki vassallik statüsünü vermeyi istediğini,
ancak daha sonra gelişen olayların onu, ilk telakkisini değiştirmeye
zorladığını iddia ederler. Bu durumda olayların ekseriyeti, 1526 sonrasının
siyasi ve askeri olayların (defalarca Budin’in zabtedilmesi ve geri verilmesi,
Janos’un Macar krallığının tanınması) temel bazı nedenlere atfederek anlamlı
süreçler olarak değerlendirir. Bu kısımdaki tarihçilere göre Osmanlı
Macaristan’ı fethetmiş olabilir ama doğrudan topraklarına katamazlardı zira
Macaristan Krallığı’nın coğrafyasını düşündüğümüzde neden doğrudan topraklarına
katmayı düşünmediğini çok iyi anlayabiliriz. Aynı zamanda Osmanlı’nın
geleneksel bir politikası vardı bu politikayı geniş toprakları adım adım ve
tedrici bir şekilde topraklarına katmaktı. Bu onların kendi politikalarıydı.
Bunun için Kanuni, Macaristan’ı Habsburglar arasında tampon bir bölge olarak,
Macaristan’ı vassal bir devlet şeklinde kullanmaya başladılar. Kurulacak bu
vassal devletin yöneticileri aynı zamanda Osmanlı yanlısı olması gerekiyordu.
Bunun için de 10 Kasım 1526 tarihinde Macar dietinde seçilen Janos
Szazpolyai’nin krallığını onayladılar. Zira kendisi Mohaç savaşı öncesinde
Osmanlılar ile çoktan görüşmelere başlamış, Mohaç’ta II. Lajos’un onu
çağırmasına rağmen savaş meydanına gelmeyip savaşın bitmesini beklemiş, savaş
biter bitmez Osmanlı ordugâhına gelip Sultana bağlılığını sunmuştur. Daha sonra
Zapolya, Osmanlı kontrolünde Macaristan Krallığı’nı idare etmiştir.
Zapolya’nın
Osmanlı’ya ihtiyacı olduğu kadar aynı zamanda Osmanlı’nın da Zapolya’ya bir o
kadar ihtiyaç duyuyordu. Osmanlı idaresi üç sebeple ihtiyaç duyuyordu: Osmanlı
ordusunungelişine kadar ülkeyi bölünmüş halde tutmak; Osmanlı askerlerinin
hedeflerine yürüdüğü günlerde Macar illerinde dostça bir ortam sağlamak; Macar
topraklarının Osmanlı savaşçılarının ihtiyaç duyduğu erzakı temin edeceğinden
emin olmak (bu kısım özellikle çok önemlidir zira ordunun iaşe ve ikmali en
önemli husustu; çünkü sefer kuvvetleri o zamana değin hiç olmadığı kadar uzak
bir menzile yollanacaktı. Burada şu sonuca bir kez daha varıyoruz Osmanlı
Macaristan’ı tamamen lojistik bir bölge olarak görüyordu. Gerçi birkaç sefer
dışında işler istenildiği gibi gitmedi. Örneğin, I. Viyana Kuşatması sırasında ordunun
gerekli lojistik desteği gecikti. Bunda Zapolya’nın payı ciddi anlamda büyüktü
kendisi kuşatmadan çok önce Kral Ferdinand ile görüşmelere çoktan başlamış ve
bu görüşmeler sırasında ileride Varad Antlaşması’nın
temellerini atmıştı.
Varad
Antlaşması aslında Ferdinand’ın eski Macaristan Kralı II. Lajos ile yaptığı
anlaşma ile hemen hemen aynıdır. Antlaşmaya göre Janos ardıl bırakamazsa
Macaristan topraklarındaki tüm haklarından feragat edip krallığı Ferdinand’a
verecekti. Bu antlaşma Osmanlı’dan gizli yapılmıştı. Antlaşmadan hemen sonra
Janos Lehistan Kralı’nın kız Izabela ile evlendi ve bir sene sonra 1540
senesinde çiftin Zsigmond adında bir çocuğu oldu ve henüz aradan iki hafta
geçmesinin ardından Janos Zapolya vefat etti. Ferdinand, çocuğun henüz daha
yeni doğmuş olmasını fırsat bularak bir Macar asiller dieti topladı ve
kendisini Macaristan Kralı ilan etti ve hemen ardından aynı yıl Budin üzerine
yürüdü ve Ekim ayında Budin’i kuşatsa da başarılı olamadı. Ertesi yıl tekrar
Budin üzerine yürüdü ve 4 Mayıs tarihinde Budin şehrini kuşatma altına aldı. Bu
durumu haber alan Sultan Süleyman “derhal
bir çavuş gönderilsin Zapolya’nın bir oğlu varsa şayet o zaman krallık o çocuğa
verilecektir” diyerek Macaristan’a bu durumu kontrol etmek için bir heyet
gönderildi. Gerçekten de bir çocuk olduğunu öğrenen Sultan Süleyman derhal
savaş hazırlıklarına başladı ve üçüncü vezir Sokullu Mehmed Paşa komutasında
bir öncü kuvvet gönderdi. Öncü kuvvetler 10 Temmuz tarihinde Budin’e geldi ve
kaleyi Macar’la birlikte savunmaya başladılar. Bu sırada Kanuni 23 Haziran 1541
tarihinde Budin üzerine yürüdü. 21 Ağustos tarihinde Ferdinand asıl Osmanlı
ordusunun geldiğini haber alınca kuşatmayı sonlandırarak geri çekildi. 29 Ağustos
1541 tarihinde Budin’e geldi. Tarihe özellikle dikkat çekmek istiyorum zira 29
Ağustos tarihinde önce Belgrad sonra da Mohaç zaferleri kazanılmıştı. Şimdi de
Budin’in ele geçirilmişti. Kanuni bu tarihi bizzat seçmişti. Çünkü artık
Macaristan’ı kendi topraklarına katmayı kesinleştirmişti. Bunu Kral Janos
Zsigmond’un henüz küçük olmasına dayandırıyordu. Burada merkeze bağlı iki
farklı sancak kurulmuştu. Erdel’i kâğıt üzerinde Janos Zsigmond’a –annesi
Kraliçe Isabela kral naibesi olmak şartıyla- (esasında Zapolya’nın güvenilir
adamlarından Keşiş György Martinuzzi’ye) verirken, Tımışvar ve çevresini Peter
Petrovics’e bıraktı.Kanuni Sultan Süleyman döneminde devletin kaderini
belirleyen iki ana dönem olmuştur. İlk dönem Osmanlıların Viyana’yı kuşatıp
başarısızlıkla geri çekilmesi (ki bu kısım benim bakış açıma göre Osmanlı’nın
çöküşünü başlatan olaylar silsilesinin başlangıcıdır), ikinci dönem ise
Osmanlıların 29 Ağustos 1541 tarihinde Budin’i ele geçirip kendi topraklarına
katması. 1541 tarihinden itibaren artık Osmanlı Devleti Macaristan’ı kendi
toprağı olarak ilan etmiş ve buna göre politikasını düzenlemiştir.
Konunun
önde gelen uzmanları, Süleyman’ın bu devirde zayıf bir devlet adamı olduğunu
gösterirler. Saltanatı süresince dört temel ve sayısız ikinci cephede savaşmak
maksadıyla devrin dünyasının büyük kısmına yolculuk yaptı. Sayısız zaferler
kazandı, fakat imparatorluğun uzun vadeli menfaatlerine yarayacak birkaç başarı
ile gurur duyabilirdi. Giriştiği hamleler, belirli bir stratejik düşüncesinin
olmadığına işaret eder. Hele ki Macaristan’daki veya daha geniz anlamıyla,
Avrupa cephesindeki manzara daha cesaret kırıcıydı. Esas hedefi Viyana’nın
zaptına ulaşmada başarısız olmuştu. Neticede elde edilen kazanç, Macar
topraklarının işgali için harcanan enerji ile kıyaslandığında, hiç denecek
kadar azdı. Sultan Süleyman’ın içinde sürekli bir savaşma arzusu vardı. Bu
arzusu o kadar kuvvetliydi ki kendisine inanılmaz özgüven sağlamıştı.Zira
Kanuni ve Osmanlı yöneticileri, Kral Ferdinand’ın tüm Macaristan toprakları
için yüklü miktarda haraç ödenmesi ve Osmanlılara saldırılmaması konusunda
defalarca yaptığı teklifleri reddetmiş, emin ve sürekli geliri lüzum görmemiş
bunun yerine harcama ve zararı elde kabul etmiştir. Zira kendisi uzun vadeli
düşünebilse idi bu teklifi kabul eder ve Habsburglar’la yaklaşık 200 yıl
sürecek bir mücadeleyi başlatmazdı.
III.
“Baş
eğdi ab-ı tığına küffar-ı Engürüs
Şemşiri gevherini pesend eyledi Freng”
-Baki-
“Alındı avni nice bin kıla-ı Freng
Yıkıldı emri ile Engürüsbünyanı”
Sonuç
Genel olarak incelediğimizde yapılan tüm bu çalışmadan şunları
çıkarabiliriz; Osmanlı Macaristan’daki emellerini anlamak amacıyla O dönemki
Macaristan Krallığı’nın hâkim olduğu topraklara bakmamız lazım. Bulunan
coğrafya verimli tarım arazileriyle dolu bir bölge. Aynı zamanda bu bölgenin
stratejik bir konumu bulunuyordu. Şöyle ki öyle bir yer de bulunuyor ki
batısında Habsburglar doğusunda ise Osmanlılar bulunuyordu yani o dönemin iki
büyük süper gücüne komşuluk ediyordu ve bu iki süper güç arasında tampon bir
devlet konumunda duruyordu. 1526 Mohaç zaferinden itibaren Osmanlılar ile
Habsburglar temelde sınır komşusu oldular ve bu bölge üzerinde yaklaşık 200
sene sürecek bir Osmanlı-Habsburg mücadelesi başladı. Zaman zaman barışlar
yapıldı ama fazla sürmedi ve yeniden mücadeleler baş gösterdi. Tüm bu
mücadeleleri incelediğimizde meseleye şu iki şekilde bakmak gerekir;
Osmanlı’nın Macaristan’daki emeli neydi, Habsburgların Macaristan’daki emeli
neydi? Şimdi meseleye Osmanlılar açısından incelediğimizde şu sonuca varıyoruz,
Osmanlılar bu bölgeyi alarak ve bu bölgeyi kullanarak Avrupa’nın içlerine kadar
rahatça ilerleme hedefleri vardı. Durum tamamen askeri bir meseleden ibarettir.
Yürüttükleri politika ve yapıkları tüm çalışmalar bize Osmanlıların ta en
başından beri Macaristan’ı ele geçirip uzun vadeli bir politika hedeflediklerini
gösterir. Meseleye Habsburglar açısından bakarsak, Habsburglar ta en başından
(Macar Kralı Matyas Korvin) beri evlilikler ve antlaşmalar doğrultusunda Macar
topraklarını ele geçirme çalışmaları yapıyorlardı. Bu da onlara hukuki bir hak
kazandırıyordu. Ancak Habsburglar,
Osmanlılar gibi olaya stratejik bir şekilde bakmıyorlardı. Onların ta
kuruluşlarından (Habsburgların İmparatorluk yönetimine geçmesi) beri
uyguladıkları bir politika vardı. Bu politikaya göre yönettikleri devlet Kutsal
Roma-Germen İmparatorluğu idi fakat bu ünvana yakışmaları için onların eski
Roma İmparatorluğu’nun topraklarını geri alması gerekiyordu. Bunun için her
türlü yolu denediler, ister evlilikler yoluyla akrabalıklar kurmak olsun, ister
antlaşmalar yoluyla toprak ele geçirmek olsun. Onlar için savaşarak toprak ele
geçirmek hep üçüncü yoldu. Macaristan ise Habsburgların gözünde sadece eski
Roma İmparatorluğu sınırlarında kalan bir topraktı. Peki, bu mücadeleyi kim
kazandı? Elbette Habsburglar ama bence benim gözümde bu savaşın bir kazananı
yok zira tüm bu süren mücadele, uzun savaşlar her iki ülkeye büyük kayıplar
verdi ister askeri açıdan ister iktisadi açıdan olsun. Her açıdan iki devlet
zararlı çıktı. Peki, bu meseleye şu soruyu sorarsak nasıl olur? “Uzun süren Osmanlı-Habsburg mücadelesinde
en çok kayıp veren taraf hangi taraftı olmuştur?” işte bu sorunun cevabı
açık bir şekilde Osmanlılar olacaktır zira bu mücadele en çok Sultan Süleyman
döneminde olmuştur ve o dönemde devlet her ne kadar en yüksek tepesinde olsa bile
onun yaptığı seferler devlete büyük ölçüde iktisadi anlamda zarar vermiştir.
Peki, Osmanlı Devleti Macaristan’ı kontrol etmek için ne yapmıştır? Önce
kendisine sadık bir Macar asilzade ve Erdel Voyvodası olan Janos Szapolyai’yi
Macaristan Kralı kabul etmişler ve ona taç giydirmişlerdir. Szapolyai’yi
öldükten sonra da 1541 yılında Budin’i ele geçirip Macaristan’ı ilhak etmek
zorunda kalmıştır ardından da ülkeyi ikiye ayırıp burada sancak beyliği
kurdurmuştur. Bir kısmına Janos Szigismod’un naibi görevi ile Keşiş György
Martinuzzi’ye sancak beyi olarak vermiş, bir kısmına da yine sancak beyi olarak
Peter Petrovics’e verdi. Aslında bakılırsa Zapolya’nın ölümü Osmanlı
yöneticilerinin kafasını karıştırmış ve hesapladıkları planlar suya düşmüştü.
Zira Szapolyai’yi tahta geçirdikten ve Habsburglar’la 1533 yılında İstanbul
Antlaşması imzalandıktan sonra, yönünü doğuya çevirmişti. Ancak beklenmedik bir
anda Zapolya’nın ölmesi ve Habsburgların Budin’e saldırması üzerine Osmanlılar
tekrardan gözünü batıya çevirmek zorunda kaldı. Üstüne bir de ortada henüz çok
küçük bir prens vardı. Bu da Osmanlı yöneticilerine bir süreliğine Macaristan’ı
ilhak etme fikrinden başka çare vermedi.
" Konunun önde gelen uzmanları, Süleyman’ın bu devirde zayıf bir devlet adamı olduğunu gösterirler" bu cümleye kadar okuduklarına bazı durumlarda katılıyor bazılarına katılmıyorum Sultan Süleyman gibi nefsinin önüne geçebilen ender insanın dünyanın en güçlü hükümdarı olma niyetinde bulunması ancak kendisinni değil temsil ettiği Halifeligi ve İslamı yüceltmek amacıyla olur zaten askerlerde bu zihniyette kişiler
YanıtlaSilGenel Olarak tarafsızlık ve objektiflik yapılmamış yabancı yazarların etkisinde kalınmış yerli yabancı yazarların sentezi bir yazı olması daha hoş olurdu
Bu yorum yazar tarafından silindi.
SilÖncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Şunu belirtmek istiyorum, ben bu çalışmayı yaparken ki yararlandığım kaynaklar evet yabancı kaynaklar peki neden yabancı kaynaklar? Öncelikle hem bu konu hakkında yerli kaynak bulmakta zorluk çekmem hem de bu konu hakkında yerli tarihçilerimizin çok fazla çalışmamış olmamaları ve yabancı tarihçilerin bu konuya çok fazla değer vermeleri beni yabanci tarihçilere bakmama zorladı. Aynı zamanda bu yerli kaynakların yararlandıkları kaynaklara baktığımda tamamen ikincil ve üçüncül kaynaklardan yararlandıklarını fark ettim. Yabancı tarihçiler ise bu konu hakkında mümkün olduğunca Osmanlı arşivlerinden yararlandıklarını gördüm zira konuları hakkında bilgi verirken çoğu kez Osmanlı belgelerinden alıntı yaparak bilgi vermeye çalışmışlardır. Bir tarihçi olarak bu çalışmayı yaparken o dönemin şartları altında olabildiğince objektif ve tarafsız olmaya çalıştım fakat tam olarak objektif olmam söz konusu dahi değildir ama mümkün olduğu kadar objektif olmaya çalıştım her ne kadar "yabancı tarihçilerin çalışmalarında" yararlansam da mümkün olduğu kadar tarafsız ve objektif olmaya çalıştım.
Sil