İçindekiler
GİRİŞ
I. Bölüm
A) I. Kafile, Köylü Haçlı Seferi
a.1) Aleksios’un Yardım İsteği
a.2) Clermont Konsili
a.3) Köylü Haçlılar Geliyor
a.4) Kserigordon Kalesi ve Baskın
a.5) Köylü Haçlılar Geri
Püskürtülüyor
II. Bölüm
A.) İkinci Kafile
a.1) İznik Kuşatması
a.2) Dorlion Muharebesi
III. Bölüm
A.) Kutsal Topraklarda Mücadele
a.1) Antakya Kuşatması
a.2) Kudüs Kuşatması ve Kudüs
Krallığı
SONUÇ
KAYNAKÇA
GİRİŞ
Haçlı Seferleri, genel olarak 1096 ve 1272 yılları arasında Katolik Avrupa coğrafyasının Müslüman Ortadoğu coğrafyasına karşı düzenlediği seferlerin bütünü olarak bilinmektedir. Aynı zamanda benzer amaçlarla başka coğrafyalara da düzenlenen ve Haçlı Seferi olarak adlandırılan savaşlar vardır. Ancak Haçlı Seferlerinin özüne ve tarihsel bağlamına baktığımızda yaklaşık iki asırlık bir geçmişin etkisiyle ortaya çıkmış ve sonuçları itibariyle de en az iki asırlık da geleceğe damga vuran bir dönem olduğunu görürüz. Özellikle VII. yüzyılda Arap yarım adasında İslam Medeniyetinin yükselişi ve genişlemesi, devam eden yüzyıllarda Türklerin Batı’ya akınları ve İslamiyet ile bütünleşmeleri Roma İmparatorluğu’ndan sonra büyük bir boşluğa düşen Avrupa Coğrafyası ile Doğu Medeniyetlerini farklı bir kutup noktası haline getirmiştir. Bugün doğudaki durumun bir benzeri olarak düşüneceğimiz bir şekilde, o dönemde Batı’nın doğu yaşamına ve efsanelerine olan ilgisi ve içinde bulundukları yaşam koşulları düşünüldüğünde batıdan doğuya doğru akacak bir seferin ayak sesleri hiç kuşkusuz uzun yıllardır hissedilmekteydi. Ayrıca Batı medeniyetinin kurucusu olarak düşüneceğimiz Roma’nın en önemli varisi olarak görülen Doğu Roma İmparatorluğu da büyük bir tehdit altında kalmıştı. Tüm bunların yanında Hıristiyanlığın da doğduğu topraklar olarak görülen bu coğrafya özellikle Roma İmparatorluğu’ndan sonra tekrar Hıristiyan dünyasının gözünde değer kazanmış ve arzulanmaya başlanmıştı. İşte bu gerilim hiç kuşkusuz 1096 yılında patlak vererek yaklaşık iki asır sürecek amansız bir mücadeleyi başlatmıştır. Bu yazımızda, belki de bir yazı serisi olarak sürdüreceğimiz çalışmamızda, bu seferlerin birincisi ve belki en önemlisi olan I. Haçlı Seferi’ni ele alarak siz okuyucuların takdirine sunacağız.
I. Bölüm
A) I. Kafile, Köylü Haçlı Seferi
a.1) Aleksios’un Yardım İsteği
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'ni müteakip Türkler sadece 20 senede Anadolu'nun 4/3'lük kısmını ele geçirmiş İznik'i dahi ele geçirmişlerdi. Doğu Roma imparatoru Basilleşiş Aleksios Komnenos, bu durumdan bir hayli endişe duyuyordu zira Türkler İstanbul'a sadece 3 günlük bir mesafedeydi ve her an İstanbul'a saldırabilirlerdi. Gerçi Basileios surlarına çok güveniyordu ama yine de bu durumdan bir hayli rahatsızdı. Anadolu'nun bu denli kısa sürede kaybedilmesi, Doğu Roma için asker kaynağının neredeyse tamamının kaybedilmesi demekti. İmparatorluk, Küçük Asya'dan bol miktarda asker tedarik ediyordu ancak buranın Türkler tarafından ele geçirilmesi, bu bolluktan imparatorluğu mahrum bıraktı.1 Basileios buna paralel olarak ordunun asker ihtiyacını karşılamak için Avrupa'dan Frenk veya Norman paralı askerlerini getirtiyordu. Basileios, Anadolu'yu tekrar geri almak için yeniden fetih politikasına yön verdi ve bunu tek başına yapamayacağını bildiği için Hıristiyanların lideri konumunda olan Papa'dan asker yardımı talep etti. Normalde bu tür bir yardım teklifinde bulunmazdı kendisi ancak Anadolu'ya yapacağı sefer geniş çaplı olacağından kendisi, bunun bir kutsal vazife olduğunu düşünüyordu çünkü kaybedilen topraklar Müslümanların eline geçmişti. Basileios'un aklındaki planı şuydu aslında, Batı’dan gelecek olan askeri yardım ile birlikte Anadolu’da bir sefere çıkacak ve gelen bu askerler ile kaybettiği toprakları geri alacaktı. Ancak ne olduysa Paris’te Papa II. Urbanus'un yaptığı konuşma sonrası oldu.
a.2) Clermont Konsili
Vatikan'da Papa hazretleri her zamanki gibi rutin işlerini yapıyordu yine bir gün elçileri kabul ederken Papa hazretlerinin huzuruna nefes nefese kalmış birisi gelmişti. Bu, Doğu Roma elçisi idi, Papa alelacele bu elçiyi kabul etti ve elçi, Papa hazretlerine bir mektup takdim etti.2 Mektubu okuyan Papa hazretlerinin yüzünde dehşet verici bir ifade oluşmuştu. Mektupta Doğu Roma imparatorundan yardım teklifi gelmişti ve bu hiç de alışılmış bir durum değildi. Basileios, Küçük Asya'nın ve özellikle Kutsal Toprakların Müslümanların eline geçtiğini bildiriyordu gerçi bu zaten biliniyordu ancak Aleksios, Türklerin büyük bir tehdit oluşturduğunu ve eğer durdurulmazlarsa yakında Roma'ya kadar gelebileceklerini söylüyordu. Papa bu durum üzerine Hıristiyanlara bu vazife uğruna destek toplamak ve kutsal çağrıda bulunmak için Fransa'ya doğru yola çıktı. Urbanus, 18-28 Kasım 1095 tarihinde Fransa'nın Clermont kentinde içlerinde piskoposların, rahiplerin, kardinallerin bulunduğu bir konsil topladı. Orada bulunanlara İmparator Aleksios’dan gelen mektubu ve kutsal topraklardaki dindaşlarının durumunu anlattı. Urbanus öyle bir konuşuyordu ki sanki bu mektubu Basileios Aleksios Komnenos değil de, Tanrı göndermiş gibiydi.
Vatikan'da Papa hazretleri her zamanki gibi rutin işlerini yapıyordu yine bir gün elçileri kabul ederken Papa hazretlerinin huzuruna nefes nefese kalmış birisi gelmişti. Bu, Doğu Roma elçisi idi, Papa alelacele bu elçiyi kabul etti ve elçi, Papa hazretlerine bir mektup takdim etti.2 Mektubu okuyan Papa hazretlerinin yüzünde dehşet verici bir ifade oluşmuştu. Mektupta Doğu Roma imparatorundan yardım teklifi gelmişti ve bu hiç de alışılmış bir durum değildi. Basileios, Küçük Asya'nın ve özellikle Kutsal Toprakların Müslümanların eline geçtiğini bildiriyordu gerçi bu zaten biliniyordu ancak Aleksios, Türklerin büyük bir tehdit oluşturduğunu ve eğer durdurulmazlarsa yakında Roma'ya kadar gelebileceklerini söylüyordu. Papa bu durum üzerine Hıristiyanlara bu vazife uğruna destek toplamak ve kutsal çağrıda bulunmak için Fransa'ya doğru yola çıktı. Urbanus, 18-28 Kasım 1095 tarihinde Fransa'nın Clermont kentinde içlerinde piskoposların, rahiplerin, kardinallerin bulunduğu bir konsil topladı. Orada bulunanlara İmparator Aleksios’dan gelen mektubu ve kutsal topraklardaki dindaşlarının durumunu anlattı. Urbanus öyle bir konuşuyordu ki sanki bu mektubu Basileios Aleksios Komnenos değil de, Tanrı göndermiş gibiydi.
“Deus lo Volt!” Urbanus’un konuşması bittikten sonra konsildeki herkes hep bir ağızdan bu sözü haykırıyordu. İşte bu söz sonrası tüm Hıristiyan âlemi bir haçlı ittifakı etrafında birleşmek ve Tanrının buyruğunu yerine getirmek amacıyla hazırlıklara başladı. Peki, soru şu Urbanus'un amacı neydi? Aleksios'un mektubunu okuduğunda eline Doğu Hıristiyanları ile Batı Hıristiyanlarını tek bir çatıda birleştirme ve tüm Hıristiyan âleminde saygın bir konuma erişme fırsatı geçmişti. Urbanus bunun için asker toplamaya çalıştı. Çağrısına karşılık gecikmedi. Toulouse Kontu Raymond de Saint Gilles, Flandra Kontu II. Robert, Vermandois Kontu Hugh Aşağı Loren Dükü Godefroy de Bouillon, Toronto Prensi Bohemond. Çağrıya ilk cevap veren aslında beklenenin dışında soylu şövalyeler değil, daha alt sınıftan olan köylüler olmuştur. Nitekim Konstantinopolis'e ilk giden kafile halkın oluşturduğu kesim olmuştur.
a.3) Köylü Haçlılar Geliyor
“O yıl, Marmara Denizi'nden sayılmakla bitmez bir kalabalık halinde gelen Frenk ordularının ortaya çıkışı üzerine birbiri ardı sıra haberler yağmaya başladı. İnsanları korku sardı. Gelen Frenklere en yakın toprakların hükümdarı olan Kılıç Arslan bu haberleri doğruladı.” İbnü'l-Kalanisi, Haçlıların ilk kafilesini bu şekilde belirtir. Gerçekten de ilk kafile sayıca çok kalabalıktır. Sayıları onbinleri aşmaktadır ve bu ilk kafile, yola çıktıklarında erzak bulmak için yolları üzerindeki tüm köy ve kasabaları yağmalamaktadır. Bu ilk kafilenin komutası, Keşiş Pierre'nin komutası altındadır. Konstatinapolis'e ulaşan bu ilk kafileyi İmparator Aleksios bir an önce başkentin dışına çıkarmaya çalışır. Haberler sürekli geliyordur Kılıç Arslan'ın kulağına. Genç sultan gelen haberler karşısında donup kalır. Gerçi korkulacak pek bir şey yoktur zira bu kafilenin içeriğini birkaç yüz şövalye ve sayıca fazla silahlı piyade oluştursa da çoğunluğunu yaşlılar, kadınlar, fakirler ve çocukların bulunduğu büyük bir halk kitlesi oluşturmaktaydı3 ki bunlar da sırf günahları bağışlasın diye yola koyulmuşlardı. Zira Papa II. Urbanus, asker toplayabilmek için “sefere katılanların günahlarının bağışlanacağı” vaadinde bulunmuştu. Âmin Maalouf, bu kafileyi şu şekilde tabir etmektedir: “Sanki istilacı bir güç tarafından topraklarından kovulmuş bütün bir halk göç etmektedir. Hepsinin giysilerinin sırtlarına haç biçiminde kumaş parçaları dikili olduğu da söylenmektedir.”4 Kılıç Arslan, tüm bu olaylar yaşandığında henüz on yedi yaşında olmasına rağmen aklı başında, temkinli, kendinden emin, soğukkanlı birisiydi ve bu karakteristik özelliği sayesinde haçlılara ilk yenilgilerini tattıracaktır. Tehlikenin farkındaydı ama boyutunu tam olarak kestiremiyordu her ihtimale karşın surlarını teftiş ediyordu sürekli. Kılıç Arslan, Haçlıların içlerine casuslar gönderir ve en ufak hareketi kendisine rapor edilmesini ister. Casuslar sürekli haber getirmektedir ve gelen son istihbarata göre Bizans gemileriyle Frenkler, İstanbul boğazını aşmış ve boğazın öte tarafına geçmişlerdir. Her zaman olduğu gibi yol üzerinde bulunan köy ve kasabaları yağmalamışlardı. Casuslar sürekli haber taşımalarına rağmen kimse bir türlü haçlıların rotasının neresi olduğunu öğrenememişti. Aleksios, Frenkleri Civiot kalesine taşımıştı.
“O yıl, Marmara Denizi'nden sayılmakla bitmez bir kalabalık halinde gelen Frenk ordularının ortaya çıkışı üzerine birbiri ardı sıra haberler yağmaya başladı. İnsanları korku sardı. Gelen Frenklere en yakın toprakların hükümdarı olan Kılıç Arslan bu haberleri doğruladı.” İbnü'l-Kalanisi, Haçlıların ilk kafilesini bu şekilde belirtir. Gerçekten de ilk kafile sayıca çok kalabalıktır. Sayıları onbinleri aşmaktadır ve bu ilk kafile, yola çıktıklarında erzak bulmak için yolları üzerindeki tüm köy ve kasabaları yağmalamaktadır. Bu ilk kafilenin komutası, Keşiş Pierre'nin komutası altındadır. Konstatinapolis'e ulaşan bu ilk kafileyi İmparator Aleksios bir an önce başkentin dışına çıkarmaya çalışır. Haberler sürekli geliyordur Kılıç Arslan'ın kulağına. Genç sultan gelen haberler karşısında donup kalır. Gerçi korkulacak pek bir şey yoktur zira bu kafilenin içeriğini birkaç yüz şövalye ve sayıca fazla silahlı piyade oluştursa da çoğunluğunu yaşlılar, kadınlar, fakirler ve çocukların bulunduğu büyük bir halk kitlesi oluşturmaktaydı3 ki bunlar da sırf günahları bağışlasın diye yola koyulmuşlardı. Zira Papa II. Urbanus, asker toplayabilmek için “sefere katılanların günahlarının bağışlanacağı” vaadinde bulunmuştu. Âmin Maalouf, bu kafileyi şu şekilde tabir etmektedir: “Sanki istilacı bir güç tarafından topraklarından kovulmuş bütün bir halk göç etmektedir. Hepsinin giysilerinin sırtlarına haç biçiminde kumaş parçaları dikili olduğu da söylenmektedir.”4 Kılıç Arslan, tüm bu olaylar yaşandığında henüz on yedi yaşında olmasına rağmen aklı başında, temkinli, kendinden emin, soğukkanlı birisiydi ve bu karakteristik özelliği sayesinde haçlılara ilk yenilgilerini tattıracaktır. Tehlikenin farkındaydı ama boyutunu tam olarak kestiremiyordu her ihtimale karşın surlarını teftiş ediyordu sürekli. Kılıç Arslan, Haçlıların içlerine casuslar gönderir ve en ufak hareketi kendisine rapor edilmesini ister. Casuslar sürekli haber getirmektedir ve gelen son istihbarata göre Bizans gemileriyle Frenkler, İstanbul boğazını aşmış ve boğazın öte tarafına geçmişlerdir. Her zaman olduğu gibi yol üzerinde bulunan köy ve kasabaları yağmalamışlardı. Casuslar sürekli haber taşımalarına rağmen kimse bir türlü haçlıların rotasının neresi olduğunu öğrenememişti. Aleksios, Frenkleri Civiot kalesine taşımıştı.
a.4) Kserigordon Kalesi ve Baskın
Civiot Kalesi, Aleksios tarafından paralı askerler için çok önceden yaptırılmıştı. Kaleye yerleşen haçlılar, burada gerekli gıdayı temin etmek amacıyla, her gün çeşitli küçük bir öncü kuvvet ile civar köylere baskın yapmakta ve yağmalamaktaydılar. Bu durum bir ay kadar sürdü ancak aniden İznik’e yürüme kararı alındı. Burada genç sultan, paniklemeye başlamıştı çünkü Frenkler artık eski alışkanlıklarını değiştirmişlerdi. Casuslarının getirdikleri bilgilere göre, Frenkler başkentine doğru yola koyulmuşlardı ve bu durum da ülkesinin geleceği için büyük bir sorun teşkil etmekteydi. Acilen bir karar alması gerekiyordu. Frenklerin gücünü test etmek amacıyla öncü bir kuvvet gönderir ancak gönderdiği birlikten sadece çok azı başkente sağ salim gelebilmiştir. İntikam için biraz beklemek gerekecektir. Karargâha geri dönen Frenkler bir süre sonra küçük bir birlik ile yola çıkarlar ve ufak bir baskın ile çevredeki Kserigordon Kalesi’nin ele geçirirler. Kılıç Arslan, artık sabredemez ve kararını verir; kaleye saldırılacaktır. Ancak doğrudan savaş, hezimetle sonuçlanabilirdi. Bunun için dolaylı çarpışma yöntemini tercih etti. Kendileri zaten bu kaleyi çok iyi biliyordu. Kalenin su kaynağı dışarıdan sağlanıyordu ve bu da Sultan Kılıç Arslan’ın lehine idi. Tek yapması gereken, bu su kaynaklarını tutmaktı ve onu da yaptı. Şimdi oturup kalenin içindeki şövalyelerin susuzluk çekmelerini bekliyordu. Susuzluk öyle bir raddeye ulaşmıştı ki, askerler kendi idrarlarını hatta ve hatta atlarının kanlarını dahi içme noktasına gelmişlerdi. Tabi bu, ne kadar doğrudur tartışılır. Ancak şu bir gerçektir ki, kalede çok büyük bir susuzluk baş göstermiştir. En nihayetinde aklı başında adı Renaud olan bir şövalye bu çaresizlik durumunda sultan ile bir anlaşma yoluna gitti. Canlarının bağışlanması şartı ile teslim olmayı kabul etmişti. Sultan da bu teklifi onaylayarak kaleyi ele geçirmiş ve çoğunu da esir almıştı.
a.5) Köylü Haçlılar Geri Püskürtülüyor
Şimdi sırada geri kalan haçlıları püskürtmekti. Bu iş biraz zordu zira karşılarında çok büyük bir Frenk ordusu vardı peki bu iş nasıl olacaktı? Geleneksel taktiklerine güveniyordu kendisi, buna göre tek yol pusu kurmaktı. Derhal casuslarını Civiot karargâhına gönderdi ve onlardan karargâha ‘Renaud’un adamlarının çok iyi duruda olduğunu, İznik’i de ele geçirdiklerini ve ellerine geçirdikleri zenginlikleri dindaşlarına kaptırmamaya kararlı oldukları’ dedikodusunu yaymalarını emretti. Casuslar işlerini çok iyi yapmıştı ancak her nasıl olduysa, Kserigordon baskınından kaçabilen birisi, olanları tüm gerçekliği ile anlatarak, karargâhtaki tüm herkesi büyük bir şaşkınlığa sokmuştu. Bundan hemen önce Renaud’un adamlarına sövüp sayanlar, şimdi de “şehitlerin öcünü alalım” sesleriyle yola koyuldular. Sultanın casusları haberi hemen sultana bildirir. Kılıç Arslan hemen hazırlıklara başlar ve Frenklerin güzergâhının üzerine bir pusu kurar. Pusu kurmak her ne kadar korkaklık gibi gözükse de aslında büyük orduları yenmenin en etkili yoludur. 21 Ekim 1096 tarihi öğle saatlerinde yola koyulurlar. Frenklerde birkaç yüz şövalye olmakla beraber geri kalanları büyük ama düzensiz bir piyade birliği bulunmaktadır. Türk ordusu ise birkaç bin süvariden oluşmaktaydı. Öğle saatlerinde Türk birliğine yaklaşan haçlıların üzerinde bir anda ok yağmuru başladı. Neye uğradıklarını şaşıran haçlılar savunma pozisyonu almaya çalışırken ikinci bir saldırı daha gerçekleşir Türk süvarileri tarafından. Büyük bir kıskacın içine girmişlerdir artık. Kaçabilenler şanslıydı, kaçamayanlar ise ya esir alındı ya da kılıçtan geçirildi. Aleksios’a haber hızla gelir ve hızlı bir şekilde Bizans donanması, kaçanları kurtarmaya gönderilir.5
17 yaşındaki genç sultan, çok sevinmiştir bu duruma. Zira karşısında ürkütücü Frenk ordusu vardı ve kendisi o orduyu yenmişti. Âmin Maalouf bu durumu şu cümle ile özetler; “Yine de tarihte çok az zafer onu kazananlara bu kadar pahalıya patlamıştır.” İşte tüm bu olay, tarihe “Köylü Haçlı Seferi” olarak geçer. Esasında bu I. Haçlı Seferinin ilk kafilesini incelediğimizde, neden bu ilk kafileye Köylü Haçlı Seferi denildiğini kanıtlar niteliktedir. İlk kafilenin neredeyse tamamı, köylülerden oluşmaktaydı. Eline silah alabilenler, alamasa bile az çok serveti olan herkes bu sefere katılmıştı. Gerçi onlar aslında savaşmaya gitmemişlerdi, onlar hac vazifelerini yerine getirmek için katılmışlardı. Haçlı seferi çağrısı hac vazifesi için birer fırsattı. İlk kafileye batkımızda bile kafilenin belli başlı bir lideri görevini üstlenen bir komutanı yoktu. Lider olarak diyebileceğimiz kişi ise Keşiş Pierre idi ki o da zaten bu olaylar olduğunda Konstantinopolis’te idi, yani baktığımızda kafile Küçük Asya’ya vardığında başında bir lider yoktu. Liderin olmayışı, beraberinde yenilgiyi getirdi.
II. Bölüm
A.) İkinci Kafile
a.1) İznik Kuşatması
İlk kafilenin ardından, Kılıç Arslan tehlikenin geçtiği kanısına varmıştı. Şimdi gözü, doğunun kapısı sayılan Malatya’da idi. Kılıç Arslan’ın amacı Anadolu’daki birliği sağlamaktı. Bizans, her ne kadar genç sultanın gözünü boyasa da, asıl hedefinin beylikleri tek bir birlik altında toplamak olduğunu kavramıştı. Bu yüzden de Bizans’ı ikinci plana atmıştı. Anadolu’da en güçlü gördüğü rakibi Danişmedliler idi. Bu beyliğin başında ise ileride Danişmendname’nin kahramanı olan Danişmend Gazi idi. Âmin Maalouf, Malatya’nın önemini şu cümlesi ile belirtir “bu şehrin düşmesi, geleceğin Türkiye’sinin İslamlaştırılmasında bir dönüm noktasıdır.”
Kılıç Arslan, Malatya önlerine gelir ve kamp kurar. Ancak tam o sıralarda ise Frenk diyarından yeni bir Frenk kafilesinin yola çıktığı ve bu kafilenin öncekilere hiç benzemediği haberi gelir. Bu seferki kafilenin sayısı azdır ancak bunlar gerçek birer askerdir. Haber sultana ulaştığında, sultan soğukkanlılığını koruyarak Malatya’nın daha önemli olduğunu, gelenlerin diğerleri gibi aynı hezimete uğrayacaklarını belirtir. Kuşatma başlamıştır ancak bu sırada ikinci bir haber gelir ve gelen kafilenin çoktan İstanbul Boğazı’nı geçtiği söylenir. Kılıç Arslan ise, eğer şimdi kuşatmayı kaldırırsak arkadan Danişmend’in onları vuracağı endişesi doğmuştur ve öncelikli olarak Danişmend’in meselesinin çözülmesi gerektiğini savunur. Ancak bir süre sonra üçüncü bir ulak gelir ve yeni havadis getirir. Verdiği havadise göre durum hiç de iç açısı değildir, Frenkler çoktan İznik’e gelmiş, kuşatma hazırlıklarına başlamıştı. Kılıç Arslan’ın vermesi gereken önemli bir kararı vardır ve önünde iki büyük tercih vardır, ya Malatya’yı Danişmend’e bırakacak ya da İznik’i Frenklere. Malatya sonradan da alınabilirdi ancak İznik’in geri alınması zorlaşırdı.
Bunun üzerine yeni bir fikir ortaya atıldı, buna göre Danişmend Gazi ile uzlaşılıp beraber küffara karşı mücadele edilecekti. Zira kendisi de bir Müslüman’dı ve kâfire karşı yanında olmayı ümit ediyordu. Nitekim öyle oldu ve Danişmend Gazi ile uzlaşılıp yola koyuldular. Süratle İznik’e gelindi, bir dağın tepesinden İznik’e ve onu kuşatanlara bakıyorlardı. Büyük bir saldırı intihar anlamına gelirdi ancak huruç harekâtı düzenlemek, akla gelen en mantıklı hareketti. Durum değerlendirmesi yapan Kılıç Arslan ve Danişmend Gazi, saldırı için en uygun mevzinin Raymond de Toulouse komutasındaki Güney Fransa müfrezesi olduğu kanaatine varıldı, zira o mevzii tam olarak kuşatma konumunu alamamıştı. Yapılan ani saldırıda Raymond ve Kılıç Arslan’ın birlikleri çok ciddi bir şekilde çatıştılar ancak, Godefroy de Bouillon ve Robert de Flandre’nin birlikleri, Kılıç Arslan’ın birliklerini geriden kuşatmış ve ani bir saldırı gerçekleştirerek Türkleri kıskaca almışlardır. Kılıç Arslan ağır kayıplar verse de yine de kurtulmayı başarabilmiştir.6
Durum gerçekten içler acısıydı ve bir şeyler yapıl ası gerekliydi. Savaşmak şimdilik en mantıksız hareket olurdu ancak İznik’i de kaybetmek istemiyordu. İznik, henüz yeni ele geçirilmişti Türkler tarafından ve şehrin sakinlerinin neredeyse garnizonlar dışında tamamı Ortodoks Hıristiyan’dı. Şehrin sakinleri de mevcut yönetimi sindirememişlerdi ve kendi yöneticilerini Bizans imparatoru Aleksios olarak görüyorlardı. Bu durumda yapılacak en mantıklı hareket, şehri Bizans’a teslim etmekti, zaten Bizanslıların da amacı bu değil miydi? Bir yandan pazarlıklar sürerken bir yandan da şehir garnizonu vakit kazanmaya çalışıyordu. Ancak, artık sultandan bir yardım gelmeyeceğini anlayan garnizonlar Basileus ile anlaşmaya varırlar. 18 Haziran’ı 19’a bağlayan gece vakti, Bizans askerleri İznik Gölü’nü geçer ve şehre girerler. Sabah vakti ise Frenkler şehrin burçlarında Bizans bayrağının dalgalandığını görürler ve şehrin teslim olduğunu anlarlar. İznik düşmüştür ve on dördüncü yüzyıla kadar şehir Rumların elinde kalacaktır. 7
a.2) Dorlion Muharebesi
İznik’in düştüğünü gören Haçlılar, Kudüs’e olan yollarına devam ederler. Gittikleri güzergâh ise, Selçukluların son kalesi Konya üzerinden geçmektedir. Bu sırada intikam için planlar düşünen Kılıç Arslan, Frenkleri geçen yıl kullanarak yendiği hile ve pusu taktiğini kullanmaya karar verir. Kılıç Arslan tek başına bu mücadeleyi kazanamayacağının farkındaydı ve bunun için çevredeki Müslüman Türk devletlerine yardım çağrısı yaptı. Kılıç Arslan’a tek çağrı Danişmend Gazi’den gelmişti ve bu ikili kendi aralarında vukuu bulan husumeti ateşkes anlaşması yerine barış anlaşması ile çözüme kavuşturdu. Artık bu ikili birer müttefikti. Pusu kurulurken sultanın casusları yine iş başındaydı ve Frenklerin içlerine sızmışlardı, bu casuslar sayesinde Frenklerin her adımı artık takip ediliyordu. Frenklerin geçeceği yol, günümüzde Eskişehir olarak bilinen Dorlion’du. Daha önceki yapılan çalışmalarda Haçlı Ordusunun güzergâhı ve muharebe alanı hakkında çok fazla iddia var ancak, bu durumu en iyi David Nicolle şu şekilde izah ediyor: “Buna göre Haçlı ordusunun “Murat Nehri’nin Karasu Vadisi’ni izleyip Nane Deresi ile birleşerek batı istikametinde keskin bir dönüş yaptığı noktaya gelinceye kadar, Murat Nehri vadisinin aşağısından ilerlemişlerdi.”8

Ülkemizde nedense şöyle bir algı oluşmuş gidiyor, “Kılıç Arslan 500.000 kişilik Haçlı ordusunu Antakya’ya kadar kovaladı.” Hayır, efendim yok öyle bir şey. Bu tamamen Kılıç Arslan’ı efsaneleştirmekten başka bir şey değildir. Yukarıda da görüldüğü üzere Kılıç Arslan’ın öyle çok büyük bir başarısının olmadığını hepimiz açık bir şekilde görmekteyiz. Kılıç Arslan’ın bu başarısızlıkları, hem çok genç yaşta olması ve tecrübesiz olması, hem de ordusunun sayıca az olması ve Frenk askerlerinin üstün savaş tecrübelerinden kaynaklanmaktadır. Keza sonraları bu hatalarından ders çıkartacak ve yeni bir mücadeleye girişecektir. Haçlılar Dorlion’dan sonra yollarını ayırırlar ve bir süre sonra tekrar yolları Konya’da kesişirler. Ancak Konya’yı işgal etme girişiminde bulunmazlar. Önlerinde çok uzun bir yol vardı. Normalde bir haftalık yürüyüş mesafesini haçlılar yüz günde geçmişlerdir. Bunun sebebi ise, geçtikleri güzergâhın çok dağlık ve engebeli olmasıydı.
III. Bölüm
A.) Kutsal Topraklarda Mücadele
a.1) Antakya Kuşatması
Antakya. Ele geçirilmesi en zor olan şehir. Öyle zordur ki, eğer Ermeni bir zırh imalatçısının yardımı sayesinde kale ele geçirilmiştir. Antakya’yı bu kadar ele geçirilmez yapan neydi? Bir kere, şehrin lojistik ikmal sıkıntısı yoktu, şehrin içerisinde ekili arazileri çoktu ve her sene artı ürün veriyordu. Yani gıda erzakı konusundan bir sıkıntı çekmiyorlardı. Öte yandan şehrin surlarının uzunluğu on iki km idi ve yaklaşık üç yüz altmış burcu vardır ki bu durum, şehri savunanlar için çok büyük bir avantajdı. Surlar çok sağlam inşa edilmiş ve surlar şehrin doğusunda bulunan Habibü’n-Neccar Tepesi’ne kadar uzanıyordu. Keza tam da burada iç kale bulunuyordu ve şehrin içine girseniz bile, bu son kaleyi ele geçirmediğiniz takdirde şehri tam olarak ele geçirmiş sayılmazdınız. Şehrin kuzeyinde bulunan surları takip eden Asi Nehri bulunuyordu ki bu da doğal bir engel teşkil ediyordu. Şehrin güneyinde bulunan vadinin jeolojik durumu son derece diktir ve bu durum, surun karşı güçler tarafından geçilmesini engeller. Bu sebepten ötürü Antakya’yı kuşatmak çok daha zordur. Bir de üstüne Antakya’nın çevre komşularından yardım gelmesi daha kolaydır.10
Kuşatma başlamadan hemen önce Antakya valisi Yağısıyan, şehirdeki Hıristiyanları şehrin dışına çıkardı. Bunu yaparken ki amacı, olası Hıristiyanların şehrin kapılarını dindaşlarına açma ihtimalinden kaynaklanıyordu. Kimi tarihçiler her ne kadar Yağısıyan’ın şehirdeki tüm Hıristiyanları dışarı çıkardığını söylese de, esasında Yağısıyan, Hıristiyan önderleri şehirden sürmüş ve onlara eşlerinin can ve mal güvenliğini koruyacağı sözünü vermişti, nitekim de öyle oldu zaten. Yağısıyan tüm tedbirleri almıştı ancak yine de işini garantiye almak için çevre komşulara haber salmıştı. I. Haçlı Seferi sırasındaki siyasal duruma baktığımızda, tüm Müslüman âleminin büyük bir bölünme ile gerçekleştiğini görmekteyiz. Bir yandan Şiiler ile Sünniler, öte yandan da Türk atabeyleri arasındaki mücadeleler. Yağısıyan, oğlu Şemsüddevle’yi civardaki Müslüman yöneticilere yardım istemek amacı ile gönderdi.
Antakya kuşatması sırasında Suriye’deki genel vaziyet, Şam Sultanı Dukak ve onun kardeşi Halep Sultanı Rıdvan’ın mücadelesi içinde kalan Antakya valisi Yağısıyan şeklinde idi. Aralarındaki husumet o kadar şiddetliydi ki, ortak bir tehdit karşısında bile birlikte hareket etmeyi hatta ve hatta bu tehdidi savurmayı dahi istemiyorlardı. Nitekim Şemsüddevle’nin işi bu yüzden çok zordu ve bu iki kardeşi ikna etmesi çok güç olmuştu. Yağısıyan’ın işi aslında kolaydı zira Haçlı istilasından çok öncesinde kızını Halep Sultanı Rıdvan’a vermişti. Ancak, bundan çok kısa bir süre sonra Yağısıyan, Rıdvan’ın gözünün Antakya’da olduğunu ve bunun için her fırsatı değerlendireceğini biliyordu. Bu sebepten ötürü Şam sultanı Dukak onun için daha cazip bir müttefik olarak gözüküyordu. Bu yüzden Yağısıyan oğlunu önce Dukak’a gönderir. Ancak, Şemsüddevle her ne kadar Dukak’ı ikna etse de, yol üzerinde Dukak fikrini değiştirir ve Antakya’ya yardıma gitmez. Bunun sebebi, yol üzerinde giderken Prens Bohemond ve Robert de Flandre’nin öncülüğündeki küçük bir tedarik birliği Dukak’ın birliklerinin çatışması sonucu, Dukak’ın yenilmesi sebebindendir. Antakya, tek başına kalmıştır, geriye ise Halep sultanı Rıdvan kalmıştır. Başta Rıdvan’a gitmeyi istemese de buna mecbur kalmıştır, oğlunu Rıdvan’a gönderir. Rıdvan da başlarda teklifi kabul etmez ancak Frenk öncü kuvvetleri Halep civarını yağmalamaya başlayınca mecburi olarak yardım teklifini kabul eder. Süratle Antakya yakınlarına gelir ancak, Rıdvan da hemen saldırmaz. Ertesi gün Frenk saldırısı başlar Rıdvan’ın birliklerine, dar bir vadide olduğu ve Rıdvan’ın birlikleri süvari olduğu için manevra yapamazlar ve mecburiyetten göğüs göğüse çarpışmak zorunda kalırlar. Göğüs göğüse çarpışmada ise şövalyeler üstün yeteneklerini kullanırlar ve Rıdvan’ın ordusu büyük bir yenilgi ile geri çekilmek zorunda kalır. Antakya bir kez daha yalnız kalır.
Şehrin son yardım beklentisi artık Musul emiri Kürboğa’dır. Ancak Kürboğa’da Antakya’ya iki haftalık yürüyüş mesafesi uzaklığındadır. Şemsüddevle bu sefer Kürboğa’nın huzuruna çıkar ve durumu izah eder. Kürboğa hiç düşünmeden teklifi kabul eder ve yola koyulur çünkü bu onun için Suriye üzerinde nüfuzu için büyük bir fırsattır. Haber hemen Yağısıyan’a ulaşır ve Şehrin sakinlerine ve askerlerine Kürboğa’yı beklemelerini söyler.
Kürboğa yol üzerinde ilerlerken, Edessa prensi Toros, Türklerin akınlarını durdurmak ve savunmasını güçlendirmek amacı ile seferin komutanlarından Aşağı Lorraine’li I. Baudouin ile anlaşmaya varmış ve buna göre onu, kendisinin veliahdı tayin etmiştir ancak, Baudouin şehirde bir isyan çıkartarak Toros’u öldürtmüş ve Edessa Kontluğu’nu kurmuştur.11 Bu sırada Kürboğa bu durumu görmüş ve ya kıskaca girersem düşüncesi ile önce şehri kuşatmayı ve ardından da süratle Antakya üzerine yönelmeyi hedeflemiştir. Frenlerin sayıları üç bin civarındadır buna karşılık da on bine yakın Müslüman Türk ordusu bulunmaktadır. Teknik açıdan doğrudan savaşmak mantıksızdır bu yüzden Frenkler şehri savunmaya başlar. Üç haftalık bir kuşatmanın ardından Kürboğa kuşatmayı kaldırır ve süratle Antakya üzerine yürür. Ancak bu sırada Antakya’da işler karışmıştır. Aylardır savunmada kalan ve uykusuz geçen gecelerin ardından Kürboğa’nın yaklaştığı haberi gelmektedir ancak Yağısıyan hala inanamamaktadır, ta ki Haçlı ordularının şehrin kuzeydoğu kısmına hareketlendiklerini görmelerine kadar.
Artık uzun süren tartışmaların ardından ufak bir dinlenme kararı alınır. Aslında bu, şehrin kaybedilmesinin en büyük sebebidir çünkü sonradan devşirilen Ermeni bir zırh imalatçısı olan Firuz adındaki bir subay, Şehrin surlarından bir burçta nöbet tutmaktaydı ve o gece Frenk komutanı Bohemond’a bir mesaj iletti. Buna göre, şehir ele geçirildiğinde belirli bir toprak karşılığı Haçlıların şehre girmelerine yardımcı olacaktı ve garanti olsun diye de oğlunu esir olarak gönderdi.12 O gece şövalyeler, Firuz’un yardımı sayesinde şehrin surlarına tırmanabilmiştir. Sabah olduğunda Frenkler ani bir saldırı düzenler ve şehrin kapıları ardına kadar açılır. Yağısıyan neye uğradığını şaşırır ve birliklerini toparlamaya çalışır. Ancak fayda etmemektedir zira şövalyeler süratle Türklere saldırmaktadır. Yağısıyan bu çarpışma esnasında ağır yaralanır ve atıyla şehirden bir şekilde kaçmayı başarır. Şehir artık Şemsüddevle’ye emanettir ve kendisi derhal Habibü’n-Neccar tepesinde bulunan kaleye sığınırlar. Şems, büyük bir direniş gösterir bu kalede. Bol miktarda erzakları da vardır ancak, vakit de daralıyordur. Prens Bohemond ona, kendisinin can güvenliğinin sağlanacağını garanti eden bir mesaj iletir ancak yine de Şems teklifi reddeder çünkü Kürboğa’nın geldiğini bilmektedir. Kürboğa’nın ordusu büyük bir Müslüman ordusudur ve bu ordu büyük gözükse de disiplinsiz ve komutanlar arasında anlaşmazlıklarla dolu bir ordudur. Kürboğa sanki bir diktatör edası ile ordunun tüm komutasını kendisi devralır ve ordusundaki hiçbir komutanına danışmaz. Bu durum, ordudaki komutanlar üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Kürboğa, aynı gün Şems’i yanına çağırtır ve ona şehrin komutasını devraldığını söyler. Bu durum sinirleri iyice germiştir ve ordudaki komutanların neredeyse tamamı Kürboğa’dan ayrılmıştır. Kürboğa artık yalnızdır. Şimdi durumlar değişmiştir ve Haçlılar artık kuşatılan konumuna düşmüştür. Frenkler bu olaydan on iki gün sonra şehrin dışına çıkar ve kitlesel huruç harekâtına girişirler. Zaten komutanlarını kaybeden Kürboğa neye uğradığını şaşırır ve ufak bir süvari birliğini gönderse de bu birlik geri püskürtülür ve Kürboğa genel ricat emri verir. Frenkler şaşırır çünkü gerçek anlamda bir çatışma olmamıştır ve bunun birer hile olabileceğini düşünürler bu yüzden de onların arkasından gitmezler. Buradan sonra ise, Antakya’da çok büyük bir katliam olur. Hıristiyan-Müslüman, kadın, çocuk, yaşlı demeden çok büyük bir katliam gerçekleşir. Ardından da Prens Bohemond, kendisini Antakya hükümdarı ilan eder ve Antakya Prensliği kurulur.13
a.2) Kudüs Kuşatması ve Kudüs Krallığı
11 Aralık 1098 tarihine kadar Haçlılar şehirden ayrılmadılar ve bu sürede de gerekli ikmal malzemelerini alınca harekete geçtiler. Haçlı ordusunun Kudüs üzerine yürüdüğü haberini alan Kudüs valisi İftiharüddevle, çeşitli önlemler alır ve Hıristiyanları şehirden sürer. Bu sırada Fatımi ve Bizans arasında sürekli bir mektuplaşma hareketliliği olur. Zira her iki devlet de Kudüs’ün Frenklerin ellerine geçmesini istemiyorlardı. Fatımi veziri el-Efdal, yeterli ordu toparlayana kadar Frenklerin Kudüs’e gelişlerinin yavaşlatılması için Bizans imparatoru Aleksios’dan yardım talep eder. Bunun üzerine 1099’da Arga Kuşatması’nda olan Haçlılara, Kudüs’e ilerlemelerini biraz yavaşlatmalarını çünkü yakında bir ordu ile bizzat kendisinin katılacağını bildirir.14 Ancak Frenkler kesin bir dille bu durumu reddederler ve Kudüs’e yürümeye devam ederler. 7 Haziran 1099 tarihine kadar hiçbir ciddi direnişle karşılaşmazlar ve 7 Haziran akşamı üç büyük dinin kutsal toprağı Kudüs önünde ordugâh kurulur. Ancak her nedense Frenkler kuşatma hazırlıklarına başlamazlar, onun yerine şehri tavaf eder ve ayin yapmaktaydılar. Haziran ayının ikinci haftasına doğru Frenkler şehri kuşatmaya başlamıştılar. Kudüs valisi kendisine ve askerlerine çok güvenmekteydi zira endişe edilecek bir durum yoktu ortalıkta. Kuşatma kuleleri inşa edilirse eğer, üzerine Bizans ateşi dökülerek mancınıklarla fırlatılan alev topları onları etkisiz hale getireceklerdi. Eğer, haçlılar bir şekilde bu ateşi söndürmeyi başarırlarsa da surlarda bulunan okçular, onları ok yağmuruna tutacaktı.
İlk dalga Fatımiler tarafından geri püskürtülmüştü. Kuşatmacılar için de durum aslında az çok iyiydi zira takviye kuvvetler de gelmişti ve lojistik destekleri de sağlanmıştı. Ancak, Frenkler için asıl sorun kuşatma için gerekli olan kuşatma malzemelerinin eksikliği idi. I. Haçlı Seferine sadece Frenkler katılmamıştı ayriyeten de bir deniz gücü olan Cenevizliler de dolaylı olarak sefere katılmıştı, zira kendileri zaten yıllardır Müslümanlar ile mücadele içindeydiler. Yafa yakınlarında Fatımi devriyeleri ile mücadele içinde olan Cenevizli gemiciler, aslında baktığımızda zor durumdaydılar. Sefer öncesi zor durumda kaldıklarında derhal dostane ilişki kurdukları devletlerin limanlarına sığınıyordu ancak sefer sırasında bu durum tersine işliyordu. Ne var ki Fatımi filosu, Yafa limanı yakınlarındaki Cenevizli gemicileri kovalıyordu ve Cenevizliler kıskaca girmişti. Böyle bir durumda gemilerini sökmüş ve gerekli tüm malzemeleri Kudüs’deki Frenk ordusuna göndermişlerdi. İşler tam da burada Frenklerin lehine işlemeye başlamıştı. Hem gemici hem de bir mühendis olan Cenevizli Guglielmo Embriaco, gemi parçaları ile iki adet yürüyen kule olarak adlandırılan ‘kerkeç’ inşa etmiş ve bir adet de taş atıcı inşa etmişti. İlk kerkeç’i Raymond komutasına vermiş, taş atıcıyı ve ikinci kerkeçi de Godefroy’un hizmetine vermişti. 9 Temmuz günü Godefroy, kerkeçini Kudüs’ün kuzey surlarına, Raymond ise, güneybatı surlarına konuşlandırmıştı. Buna karşılık da İftiharüddevle, birliklerini ikiye ayırdı ve kendisi ise Raymond’un birliklerinin bulunduğu bölgeyi savunmaya gitti.15
Saldırılar iyice kızışmıştı ve Frenkler kendi ellerindeki taş fırlatıcıları sayesinde surları döğüyorlardı. Son saldırı 13-15 Temmuz arasında gerçekleşti ve en nihayetinde Godefroy de Bouillon’un birlikleri kerkeçi şehrin kuzey surlarına dayamayı başardılar ve 15 Temmuzda şehrin surlarına çıkmayı başardılar ve şehrin kuzey surları düştü. Öte yandan Raymond’un birlikleri çok ciddi bir direnişle karşılaşsa da, yaptıkları son büyük taarruz sonucunda şehrin savunmasını çökertmeyi başardı. Godefroy’un askerleri şehre girdikleri andan beri Yahudi ve Müslümanları katletmeye başlamışlardı ancak öte yandan Raymond ise katletmek yerine onları esir almayı tercih etti. Şehir 15 Temmuz 1099’da tamamen düştü. Sırada Kudüs’ün yeni sahibinin kim olacağı söz konusu vardı. Üç büyük dinin kutsal toprağı olan Kudüs, 15 Temmuz’da Müslümanlardan alındıktan 2 gün boyunca Haçlılar, Kıyame Kilisesi’nde şehrin bundan sonraki durumunu ve yeni sahibinin kim olacağı tartışıldı. Teknik olarak Kudüs’ün lideri konumunda seferin Papalık elçisi Puy Piskoposu Adhemar olacaktı ancak Antakya kuşatması sırasında vefat etmişti ve kilise adına liderlik edecek kişi ortalıkta yoktu. Bu durum üzerine ortaya, seferin büyük komutanları göze çarpmaktaydı ki en güçlü adaylar Godefroy de Bouillon ve Huge de Raymond idi. Raymond çok göze çarpıyordu çünkü kendisinin çok büyük bir ünü vardı ve aynı zamanda Avrupa’da da gerçekten sözü geçen birisi idi. Ancak kendisi,“İsa’nın şehrinde hükümdarlık yapamayacağım” diyerek teklifi reddetti. Godefroy ise teklifi Kudüs’ü kral olarak değil ancak bir savunucu olarak yönetebileceğini söyledi ve konsey durumu kabul ederek Kudüs krallığını Godefroy’a verdi ve böylelikle Godefroy, Kudüs’ün il Haçlı hükümdarı olarak tarihe geçti. Gerçi Godefroy haklı idi zira bu seferde çok büyük katkısı bulunmuştu aynı zamanda da Kudüs’e ilk giren onun birlikleri olmuştu.
SONUÇ
1095 yılında Doğu Roma'nın Basileius'u olan Aleksios Komnenos'un, Türklerin 20 yıl içerisinde ele geçirdiği büyük Anadolu topraklarını geri almak için planladığı Yeniden Fetih politikası için Vatikan'dan istediği askeri yardım, Avrupa'da ciddi anlamda büyük yankı uyandırmış, Papa II. Urbanus ve Keşiş Pirenne'nin ateşli vaazları sonucu Avrupa büyük ölçüde Komnenos'un yardım çağrısına olumlu yanıt vermişlerdir. Özellikle bu çağrıya Frenkler çok büyük önem vermiş ve ciddi askeri yardım göndermişlerdir. Ancak mesele yardım gönderme meselesinden cıkmış, kutsal toprakları kurtarma meselesine dönmüştür. Papa II. Urbanus'un Clermont'daki destansı konuşması farkında olmadan dünya tarihini derinden etkileyecek ve etkisini günümüze kadar hissettirecek büyük bir seferler silsilesi başlatmıştır. Öyle ki günümüzde Avrupa Birliği'nin temel yapı taşlarını oluşturmuştu çünkü o konuşması, Avrupa'da devletlerin birlik olma inancını oluşturmuştu. I. Haçlı Seferi'nde esasında, düşmanın asla ama asla hafife alınamaması gerektiği ve kendi çıkarlar doğrultusunda değil de devletin ve dinin çıkarları doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğinin önemi vurgulanmaktadır. Çünkü I. Kılıç Arslan'ın en büyük hatası, düşmanı ciddi ölçüde hafife almasıydı. Keza yine aynı şekilde Antakya ve Kudüs Kuşatmaları esnasında, Rıdvan, Kürboğa ve Dukak'ın kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği ve özellikle Rıdvan ve Dukak arasındaki müthiş seviyedeki rekabet halinde olmaları, Antakya ve hatta Kudüs'ün düşmesine sebebiyet verdi. Bu sefer sonrasın 4 Haçlı Krallığı kuruldu ve özellikle 2. ve 3.nesiller bu coğrafyaları giderek sahiplendi ve hatta bu durum Batıdaki kökenleri ile de arasında sorun yaşamasına sebep oldu. Ayrıca bu 1.Haçlı Seferi sonrasında kurulan bu krallıklar bir savaşın sonunu değil aslında gelecekteki daha büyük savaşlarında bir habercisi niteliğinde olmuştu. Savaşların ve mücadelelerin yanı sıra kurulan bu krallıklar ve girdikleri etkileşim belki de her iki medeniyet için de bir dönüm noktasının ilk adımı niteliği de taşımaktadır. Ayrıca bugün Güneydoğu Anadolu’nun bazı bölgelerindeki kasaba köy vs. isimlere baktığımızda da Haçlı Krallıklarının izine rastlamamız mümkündür. Kutsal Topraklar ele geçirildikten yaklaşık 2 asır boyunca Haçlılar bölgeden çıkmadı ve Kutsal Topraklar tekrar Müslümanların eline geçtikten sonra bir daha bu toprakları geri almak için bir sefer girişimi olmadı. Ancak Avrupa'da birlik olma inancı bugüne kadar devam etti. Tüm bunların sebebi, Clermont'da Papa II. Urbanus'un konuşması sayesinde olmuştur. Son olarak yakın tarihimizde ABD başkanı Bush’un Crusade kelimesini kullanması yeniden Haçlı Seferleri ve yeni bir Clermont Konsili olarak algılandı ve Ortadoğu da birçok radikal İslamcı örgüt bu sözleri kullanarak insanları kendi etrafında birleştirmeyi başardı. Elbette Crusade kelimesinin ABD’de kullanıldığı anlam tam olarak tarihteki Haçlı Seferi olarak kullanılan anlamını ifade etmediği de bir gerçektir.
KUBİLAY CEYLAN
KAYNAKÇA
Ayan, Engin, Anonim Haçlı Tarihi, Selenge Yayınları, İstanbul 2013
Carnotensis,Fulcherius, Kudüs Seferi (Kutsal Toprakları Kurtarmak),Çev. İlcan Bihter Barlas, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, Haziran 2009
Demirkent,Işın, Haçlı Seferleri, Dünya Yayıncılık, 1997, İstanbul
Dünya Savaş Tarihi Haçlı Seferleri (Selçuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar’a Karşı, 1097-1444), V. Cilt, Timaş Yayınları
İbn’ül Kalanisi, Şam Tarihine Zeyl I. Ve II. Haçlı Seferleri Dönemi,Çev. Onur Özatağ, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2015
İbn’ül Esir, El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi,Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınevi
Lamb,Harold, Demir Adamlar ve Azizler,Çev. Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları, 16. Baskı,2017, İstanbul
Maalouf,Âmin, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, YKY Yayınları, 16. Baskı, 2017, İstanbul,Çev. Ali Berktay
Nicole,David, Birinci Haçlı Seferi (1096-1099) İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, 2013, Çev. L. Ece. Sakar
Runciman,Steven, Haçlı Seferleri Tarihi: I. Cilt Birinci Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu, TTK yayınları, Ankara,Çev. Firet Işıltan
1 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi: I. Cilt Birinci Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu, TTK yayınları, Ankara, Çev. Fikret Işıltan
2 Harold Lamb, Demir Adamlar ve Azizler (Haçlı Seferleri I), Çev. Gaye Yavuzcan, Parola Yayınları, İstanbul, Ocak 2017
3 Âmin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çev. Ali Berktay, YKY Yayınları, 16. Baskı Şubat 2017, İstanbul
4 Âmin Maalouf, a.g.e
5 Âmin Maalouf, a.g.e
6 David Nicolle, Birinci Haçlı Seferi, Çev. L. Ece Sakar, İş Bankası Külttür Yayınları, 2. Baskı Mart 2013, İstanbul
7 Işın Demirken, Haçlı Seferleri, Dünya Yayıncılık
8 David Nicolle, a.g.e
9 Muharebe hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: David Nicolle, a.g.e
10 Âmin Maalouf, a.g.e.
11 Doç Dr. Engin Ayan, Anonim Haçlı Tarihi, Selenge Yayınları, İstanbul 2013
12 İbn’ül Kalanisi, Şam Tarihine Zeyl I. ve II. Haçlı Seferleri Dönemi, Çev. Onur Özatağ, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2015
13 İbn’ül Kalanisi, a.g.e. ve Âmin Maalouf, a.g.e
14 Âmin Maalouf, a.g.e.
15 David Nicolle, a.g.e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder